Ben Hasan'ın Kalbiyim

Sen daha doğmadan aylar önce çalışmaya başladım ve bir dakika durup dinlenmeden her saniye göğsüne içten -tık tık- vurduğum halde hiç bana kulak verip de, "kim bu?" diye dinledin mi? Ben senin vücudunun motoru olan ve “kalb” olarak isimlendirilen bir organınım. Yıllardır beni dinlemediğin ve merak edip de bakmadığın için, bugün biraz nasihat etme ihtiyacını hissettim:

Daha henüz ana rahminde 19 günlük iken özel bir hücre yığınından yaratılmaya başlandım. Önce bir tüp gibiydim, sonra kıvrılıp döndüm ve yavaş yavaş odacıklarım ve komşu damarlarım yaratılmaya başlandı. Aslında vücudunun diğer hücreleriyle birlikte hepimiz tek bir hücreden yavaş yavaş çoğalarak farklılaştık. Diğer arkadaşlarım daha henüz birkaç günlük iken sinir, deri, kıkırdak, kas vs. gibi farklı işler görmek üzere değiştiler. Beni teşkil eden hücreler ise çok özel şekilde programlanmışlar. Belli bir sayıya ve kitleye ulaşınca da 22 günlük iken, hep birlikte ‘uygun adım marş’ komutunu aldık ve bilemediğimiz bir süre çalışmak için iş başı yaptık. Bizim hep birlikte kasılmamızla ortaya çıkan sesi ve hareketi siz kalb atışı veya nabız vuruşu olarak hissedersiniz. Gerçi şimdi vücudunda çalıştığım Hasan bu vuruşlarıma pek dikkat etmiyor, ancak hızlı koştuğunda bacakları daha fazla kan istediği için mecburen vuruşlarımı artırıyorum ve o zaman Hasan beni fark ediyor, ama meselenin üzerinde hiç durmuyor. Sanki bu vazifeyi ebedî yapacakmışım ve hiç yorulmayacakmışım gibi bir gaflet içinde. Hadi bu yine küçük bir gaflet, Hasan'ın gençliğine veriyorum, ama asıl büyük gaflet beni nereden bulduğunu, kimin kendisine hediye ettiğini aklına getirmemesi, beni kendisine hediye eden Yüce Zât’ı düşünmemesi. İşte bu gafleti kabullenemiyorum. Hem şimdi liseye gidiyor ve biyoloji derslerinde de az-çok benden bahsediyorlar, ama bu hususta Hasan'a da pek kızamıyorum, garibime; benden sadece basit bir pompa gibi bahsedecek tarzda ders veriyorlar. Halbuki ben onun beynine kan pompalamasam, parmağını bile oynatamaz. Fakat bugün Hasan'ı ciddi şekilde tefekküre sevk etmeyi, benim sadece bir et parçası olmadığımı, beni Yaradan’ı tanıtmak istediğimi kendisine bildireceğim. Bundan sonraki hayatında bana hem maddî hem manevî yönümle dikkat etmesini, aksi taktirde sonunun kötü olacağını söyleyeceğim. Çünkü ben onun dostuyum ve dost acı söyler, henüz ömrü ve gençliği varken kendini toparlasın istiyorum.

Vücudunun yapı taşları olan bütün hücrelerinin (belki 100 trilyon hücre) hepsinin ayrı ayrı beslenmesi, nefes alması, sindirim yapması, artıklarını boşaltması ve özel vazifelerini yapması için ilk önce bana ihtiyaçları var. Niçin mi? Çünkü benim hiç durmadan çalışmam sayesinde, her türlü ihtiyaçları karşılanır. Bu yüzden daha embriyo döneminde, bütün sistemlerden önce çalışmaya başlarım. Ne kadar çalışacağımı ben de bilmiyorum. Çünkü bazen sapasağlam olduğum halde, Rabbim'in emrini getiren melek dur derse, mecburen dururum ve vazifemi terk ederim. Fakat çoğunlukla hayata son veren Azrail isimli melek hiçbir şey yokken dur demez, muhakkak bir sebebi kullanır. Benim durmamı gerektirecek o kadar çok sebep var ki, hele trafik kazalarının, terörün ve intiharların son hızla arttığı bu çağda... Aslında nasıl çalıştığıma ben bile hayret ediyorum. Kazalardaki yaralanmalar ve damar kopmaları neticesi oluşan kan kayıplarına karşı bazı tedbirler programıma yüklenmiş durumda, ama yaralanmadan bir müddet sonra kan kaybı telafi edilmez ve yara yeri dikilmezse, yorulup vazifeyi bırakabilirim. Bazı zehirlenmelerden çok çabuk etkilenebilirim. Hadi bu kazalar neyse de, asıl beni üzen düzensiz yaşamanız, uygun olmayan beslenmeniz, hareketsizliğiniz ve tembelliğiniz, bilhassa da stres içinde huzursuz ve herkesle didişerek hayat sürmeniz. Bunlara karşı bir müddet tahammül ediyorum, ama bazen canıma tak deyince, yeter artık deyip bırakıyorum veya bırakır gibi yapıp dikkat çekiyorum. Hemen ortalıkta bir feryâd u figân, aman doktor! yetiş!.., yok dil altı hapı, yok adrenalin veya masaj... İyi de kardeşim! Beni bu hâle getirinceye kadar aklın neredeydi!!?

Hasan! bak sana tekrar söylüyorum, bana en büyük kötülüğü yine sen yapıyorsun, birgün yorulur da bırakırsam, hiç gücenme! Hiç durmadan yağlı yemekleri tıkıştırmakla meşgulsün, alt komşum mide hep şikayet ediyor, içimi çok dolduruyorsun diye, o şişince bu sefer benim üstüme abanmaya başlıyor ve ister istemez sıkışıyorum. Halbuki "midenizin üçte biri boş kalsın, sofradan tam doymadan kalkın" hadîsini duymadın mı? Hadi sebzeler neyse de, yağlı börekler, tereyağlı baklavalar, kızartmalar, kebaplar neyin nesi? Dikkat et! Yoksa bunların hesabını önüne koyarım, ama iş işten geçmiş olur. Tamam, anladık dünya nimetlerinden istifade etmeli ama, herşeyin bir kararı var. Böyle devam edersen kapaklarım yağdan kımıldayamaz hâle gelecek, ana arterlerim tıkanacaktır. Koronerlerim zaten ince olduğundan kısa sürede tıkanırlarsa ve beslenemeyip teklersem, karışmam.

Sabahtan akşama kadar televizyon karşısında oturuyorsun, hiçbir hareket yok, utanmasan köşedeki bakkala bile arabayla gideceksin, hiç olmazsa günün belli vakitlerinde kültür-fizik hareketleri yapsan. Bazı arkadaşların Yaratıcımız’a ibadet ederken, beni sağlıklı kılacak hareketleri hiç olmazsa asgarî seviyede yaparak, hem kulluk vazifelerini yerine getirmenin huzuru içinde oluyor, hem de beni rahatlatıyorlar. Zaten senede bir ay, günün belli vaktini aç geçirdikleri için bende de bir rahatlama oluyor ve bazı yağların yakılması kolaylaşıyor.

Benim ana gövdemi yapan kas liflerim her doğrultuda karışık bir yumak şeklinde yerleştirildiğinden kasılma ve gevşeme haraketlerini yaparken, şeklimi çok fazla bozmadan, göğüs boşluğundaki yerimde rahat çalışabilyorum. Bu çalışma esnasında duvarlarımın yüzeyi, koruyucu bir kafes olarak çatı şeklinde üzerime gerilmiş kaburgaların iç tarafına sürtünmeden doğan aşınmayı engellemek için iki katlı bir zarla sarılmış, ayrıca bu iki zarın arasına da bir sıvı konulmuş ki, böylelikle sürtünme iyice azalmış ve aşınma engellenmiş. Allah aşkına Hasan! biraz düşünsene bu kadar tedbiri kim alabilir?.

Dört silindirli araba motorları gibi ben de dört odadan ibaret bir pompa gibi çalışırım. Üstteki odalarıma kulakçık denir, sağdakine vücuttan toplanan kirli kan, soldakine ise akciğerlerde temizlenen oksijenli kan gelir. Bu odacıkların kas gücü daha zayıf olup, içlerine gelen kanı alt odacıklara fışkırtacak kadar bir pompalama gücü üretebilirler. Karıncık adı verilen alttaki odacıklarımın duvarları ise daha kalın ve kuvvetli kaslı olup, çok büyük bir basınç hasıl edecek şekilde kasılabilirler. Hattâ soldaki karıncığın kasılma gücü daha fazla ve duvarları da diğerinden daha kalındır, çünkü bu odacık kasılınca içindeki bütün kanı büyük bir basınç ve süratle bütün vücuda gönderir. Aort adındaki kalın ve büyük damar yoluyla da her organa gerektiği miktarda ve hızda kan gönderirim. Bu dört odacığın birbiri ardına uygun zamanlamayla kasılması ve tam bu esnada aradaki kapakların açılması ve kanın komşu odacığa veya iki ana artere tam zamanında gönderilmesi, sonra da kanın gönderildiği yerden geri dönmemesi için kapakların tam zamanında kapanması çok önemlidir. Bu zamanlamanın koordinasyonu, üzerimdeki otomat sinir düğümünden düzenli olarak elektrik akımı üretilmesiyle sağlanır. Kapaklarımın açılma veya kapanmasında zamanlama hatası olursa veya yağlanma ve kireçlenmeden dolayı kapaklarım iyi kapanmaz ve kan kaçırırsa, bunları bazı hastalıklarım olarak teşhis edersiniz. Kulakçık ve karıncıklar arasındaki kapakların, fazla basınç altında geri dönmemeleri için bunların altına yapıştırılmış bazı ipler, diğer uçlarıyla da karıncık duvarının iç yüzüne sıkıca bağlanmışlardır. Bunlardan hiç haberin yok, halbuki sen uyurken bile ben çalışıyorum. Tabiî, yaptığım işe göre zaman zaman hızımı değiştirebilirim. Sen uyurken daha sâkin bir hızda, uyanıkken veya yemek yerken daha hızlı, tabiî koşarken veya ağır sporlar yaparken çok daha hızlı çalışarak her organına gerektiği miktarda kan gönderilmesini temin ederim. Yakıtım mı ne? Ençok kullandığım yakıt, yağ asitleri, laktik asit ve şekerler. Ayrıca özel metabolizmam sayesinde yorgunluk nedir bilmem, her kasılma ve gevşeme arasında saniyenin onda biri kadar bir süreye çok kısa bir dinlenme periyodu diyebilirsin. Kas liflerimin hepsinin aynı anda kasılıp gevşemeye geçmesi ve etkili bir pompalama gücü üretebilmem için, kasılma ve gevşeme emirlerinin çok hesaplı bir zamanlama ile gelmesi gerekir. Faaliyete göre bu zamanlamanın nasıl yürütüldüğünü doğrusu ben de bilmiyorum. Üzerimdeki minicik bir otomatik merkezdeki hücrelerin elektrik sinyali üretmesi için, hücre içi ile dışı arasındaki iyon dengesinin bozulması ve tekrar kurulması faaliyetleri, saniyenin binde biri gibi kısa zamanda ortaya çıkan reaksiyonlarla yürütülüyor. Bu hücreler her ne kadar otomatik olarak elektrik üretip beni çalıştırıyor olsalar da, tamamen de bağımsız sayılmam. Zira çalışmama tesir eden önemli faktörlerin başında, beyinden gelen bazı sinirler bulunmakta. O yüzden, korktuğunda, sinirlendiğinde veya üzüldüğünde benim çalışma ayarım da bozuluyor. Eski insanların, birçok duygunun merkezinin kalbde olduğunu zannetmeleri de bu yüzden olsa gerek. Sinirlenme ve üzülme beyinde olsa da, tesirini üzerimde gösterdiği için, bu duyguların yeri de üzerimde zannedilmiş.



Hasan sana çok basit bir soru soracağım!? Şu karşısına oturduğun televizyonu yapan bir mühendis var mı? Elinde tuttuğun bu dergideki yazıları yazan, dizen, resimlerini yerli yerine koyan birileri yok mu? Var değil mi? Peki, bütün bunlardan binlerce defa daha mükemmel olarak, senin her ihtiyacına cevap verecek şekilde, beni ve damarlar sistemimi yaratıp, senin göğsünün içine yerleştiren Bir'isinin olması gerekmez mi? Aferin sana Hasan! Haydi bakalım, ben nasıl aksatmadan yaşaman için vazifemi yapıyorsam, sen de şimdi şu televizyonu kapat ve seni kusursuz yaratan Rabbine hamd etmek için on dakikanı bir ayır bakalım!Böylece ben de bugün stresin ve aceleciliğin yüzünden girdiğim gerilimi biraz üzerimden atayım ve rahatlayayım.

Bu kısacık yazı içinde sahip olduğum yapının, inceliklerin ve yaptığım işin hassasiyetinin ancak binde birini anlatabilmişimdir. Tamamını anlatmaya ne benim, ne de beni inceleyen hekimlerin ilmi yeter. Ama Allah onlardan razı olsun, yine de benim sırlarımı ortaya koymaya çalışıyorlar. Haydi Hasan! Derslerine iyi çalış ve ileride iyi bir bilim adamı ol! Daha bilinmeyen birçok yönümden bir kısmını da sen ortaya çıkar, en iyi şekilde nasıl kullanılacağım hakkında tavsiyelerde bulun! Ama bunun için önce merak ve tefekkür etmeyi, sonra doğru düşünmeyi, en önemlisi de niyet ve nazarını sağlam tutmayı öğrenmelisin! Yani beni incelerken "ne güzelmiş" değil, "ne güzel yapılmış" demeği öğrenmelisin. Üzerimdeki nakışlara ve ince sanatlara takılıp kalmak yerine, “bu nakışları kim yapmış?” deme ufkunu yakalamalısın! İşte ondan sonra herşey çok kolay olacak ve bak o zaman hayatın daha çok mânâlanacak; yaptıklarından lezzet alacak, huzurlu olacak ve kâinata meydan okuyabilecek bir güce sahip olacaksın. Haydi bakalım Hasan, biraz daha gayret!.