Ben Hasan'ın Derisiyim

Hasan! Aylardır bedeninin içindeki yaratılış mucizesi olan hayatî önemi haiz bulunan çeşitli organların konuştular ve kendilerini anlattılar. Onların gâyesi kendilerini anlatmaktan çok hepimizin sahibi ve Yaratıcısı, Kudreti Sonsuz'un ilminin ve hikmetinin sonsuzluğuna dikkati çekmekti. Bugün bedeninin içinden, dış dünyaya bir pencere açalım istersen?

Senin vücudunun dış dünyaya komşu olan sınır bölgesinin her türlü mesuliyeti benim üzerime yüklenmiştir. Dış dünyadaki her türlü değişikliği, sıcaklık, soğukluk, rutubet, basınç, çeşitli radyasyonlar, her türlü tahriş edici kimyevî ve mekanik tesirleri ben hissederim ve iç organlarının bu değişik çevre şartlarına göre tavır almaları için onları uyarırım. Onun için herkes beni önce bir duyu organı olarak görür ve beş duyunun sonuncusu olarak sayarlar.

Halbuki benim duyu organı olarak iş görmemin dışında o kadar çok başka ve hayatî vazifelerim var ki, hepsini anlatmaya kalksam, bu derginin hacmi yetmez. Sadece estetik açıdan bile baktığında ne kadar güzel olduğum görülür. İstersen bir gün tıp öğrencileriyle birlikte anatomi lâboratuarına gir ve vücudu parçalanmadan yani diğer organ ve sistemleri incelenmeden önce derisi yüzülmüş bir kadavraya bakmaya çalış ve dayanabilirsen dikkat et! İnsan, Allah'ın yarattığı muhteşem bir sanat eseri olmasaydı, belki "iğrenç" ve "tiksindirici" sıfatlarını kullanabilirdim, ama o cesedin her hücresi tek tek Rabbimin eseri olduğu için böyle demiyorum ve sadece "göze hoş gelmeyen bir manzara" tabiriyle nitelendirmem kâfi olur zannederim. Ben olmadığım zaman o muhteşem anatomik mucize olan vücut bütün ihtişâmını kaybederek, ürkütücü ve çirkin bir hâl alıyor. Aylardır sana kendilerini anlatan bütün o organlarının güzelliği ve hikmetleri ancak benim varlığımla bir mânâ kazanabiliyor. Rabbimiz beni bütün vücudunun her bölgesine uygun bir elbise olarak yaratarak seni giydirmiş. Ayak tabanları ve avuç içini kalın bir keratin dış tabaka ile donatarak yürümeni ve çeşitli el âletlerini kullanmanı kolaylaştırmış. Şayet dudak bölgesinde olduğu gibi ince olsaydım, yürürken, herhangi bir âleti bir kaç sefer kullandığında delinir, yara olurdum. Eklemlerinin olduğu kısımlarda hususî kıvrımlarla akordeon veya körük gibi yaparak parmaklarının, el ve ayaklarının rahatça her türlü harekete imkân vermesini temin etmiştir. Baş bölgeni güneşten ve soğuktan korumak için benim içimden bazı hücreleri farklılaştırarak saç hâline getirmiş ve devamlı uzama kabiliyeti de vermiştir. Gözünü korumak için kirpik ve kaş ismini verdiğiniz özel kıllarla hem süslemiş, hem de onların büyümesini sınırlamıştır. Yoksa önünü görebilmek için her gün bir de kaş ve kirpiklerini kesmek zorunda kalacaktın. Burun ve kulak deliklerinin girişlerinde bile hususî kıllarımla toz-toprak ve böcek gibi nesnelerin girmesini engellerim. Sen şimdi belki "bu da önemli bir şey mi? Alt tarafı birkaç tane kıl. Olsa ne olur olmasa ne olur? Hayatî bir ehemmiyeti yok", diyebilirsin. Evet, doğru. Hayatî bir ehemmiyeti yok. Ama hayat sadece "canlı" kalmak değil ki, hayatın bir de insana ait estetik ve güzellik boyutu vardır. Kaşları ve kirpikleri dökülmüş birisine baktığında bu durumu daha iyi anlarsın. Evet! Allah (cc) insanı yaratırken güzel yaratmış ve bu güzelliğini teşkil eden her bir kılı da ayrıca önemli kılmıştır. Çünkü Rabbimiz bir şeyi yaratırken sadece bir yönüyle değil, pek çok yönüyle hikmetli yapar.

"Hayatî ehemmiyeti yok" deyip benim kıllarımı küçük görüp duruyorsun! Halbuki ben bütünüyle çok hayatî ehemmiyeti haiz bir organım! Kaş ve kirpiklerimdeki estetik inceliği ve güzelliği göremedin, ama senin vücudunu pek çok bakımdan koruyan bir organ olduğumu şimdi sana göstereceğim! Normal bir insan vücudunu sararak örtmek için benim genişliğimin 1.80-2 metrekare arasında olması gerekir. En birinci ve hayatî olarak senin vücut sıvılarının dışarıya sızıp kaybolmasını engellerim. Vücut içi sıvılarının yoğunluğu ve mineral tuzlarının miktarı hayatî ehemmiyettedir. Ben olmasaydım sadece böbreklerinle bu sıvıların yoğunluğunu düzenleyemezdin. Onun için derisinin 2/3'lik kısmı derin şekilde yanmış insanlar vücutlarından kaybettikleri sıvılar yüzünden ölürler. Yanık merkezlerinde çok hassas âletlerle kaybedilen vücut sıvıları ayarlanmaya çalışılmasına rağmen umumiyetle büyük yanıklarda başarısız olunmaktadır. Benim koruma özelliğim sadece vücuttan kaybedilecek sıvıları engellemek bakımından değil, dışarıdan vücuduna girecek her türlü bakteri, mantar ve virüs gibi hastalık yapıcı zararlıların girişine de mâni olmakla kendini gösterir. Bazen eline küçük bir diken batınca bile hemen mikrop aldığını ve orada bir iltihap oluştuğunu biliyorsun. Vücudunun geniş bir bölgesinde eksilir veya yaralanırsam, çok daha ağır enfeksiyonlarla karşılaşabilirsin, çünkü benim olmadığım yerden milyonlarca mikroskobik varlık senin içine hücum ederek seni hasta edecektir.



Senin vücudun sıcağa ve soğuğa karşı çok hassas yaratılmıştır. Vücudunun iç sıcaklığı normal olarak 36,7 °C olmalıdır ve dış çevrenin her türlü ısı değişikliklerine karşı değişmemelidir. Eğer soğukta kalır da üşürsen ve dolayısıyla vücut içi sıcaklığın düşerse akciğerlerin, mide ve böbreklerin başta olmak üzere birçok organın hasta olur ve çalışmaları aksamaya başlar, ısı düşmeye devam ederse ölürsün. Aksine çok sıcakta kalır ve iç sıcaklığın yükselirse başta beynin çok hassas olduğundan önce sinir sisteminde arızalar daha sonra da kalb gibi organlarında bozulmalar başlar ve yine ölürsün. Halbuki çöllerden kutuplara kadar her yerde insanlar yaşıyor ve bütün bu insanların vücut içi sıcaklığı 36-37 °C civarında sabit tutulmaya çalışılıyor. İşte bu vücut ısısını dengede tutma ile ilgili sistemin çok önemli bir parçası benim. Asıl kontrol merkezi beyin olsa da, beyin benden giden uyarılara göre düzenleme yapar ve cevabını verirken de ben önemli işler görürüm.

Bu kadar önemli işleri anlatmadan önce sana dışarıdan çok basit gibi görünen yapımdan biraz bahsetmek istiyorum. Aslında hiç de senin tahmin ettiğin gibi etlerini saran bir naylon örtü gibi değilim. Her şeyden önce canlı, esnek, büyüyen, tamir olabilen, beslenen, bir taraftan ölen kısımlarını atarken, yerini taze hücrelerle dolduran ve bütün dünyadan haberdar olan bir organım. Kabaca bir bakışla iki tabaka hâlinde görülürüm. Senin dışardan gördüğün üst deri (epidermis) kısmımın en üstü (stratum corneum) ömrünü tamamlamış ve yapısına keratin (boynuz maddesi) alarak sertleşmiş ölü hücrelerden ibaret olup, bunlar her gün dökülmektedir. Banyo yaparken "kir" olarak dökülen kısımlar bunlardır. Bu kısımlar dökülürken bana yapışmış ve dışardan bulaşmış, seni hasta edebilecek birçok bakteri, mantar gibi parazitlerden de kurtulursun. Üst derinin en dip kısmını döşeyen yüksek bölünme kabiliyetine sahip üreyen hücrelerin (stratum germinativum) teşkil ettiği tabaka hiç durmadan yukarıya doğru yeni hücreler üretir. Başlangıçta silindirik olan bu hücreler yukarıya doğru yükseldikçe kübikleşmeye ve daha sonra da yassılaşmaya başlarlar. Bu arada içlerinde keratin maddesi sentezlendiği için yavaş yavaş sertleşmeye ve hayatiyetlerini de kaybetmeye başlarlar. En üste geldiklerinde tamamen ölmüş olurlar. Bunların bir kısmı dökülmez ve birbiriyle birleşip kaynaşarak nasır ve tırnak gibi yapıları meydana getirerek aşınmaya maruz kalan yerleri korurlar.

Bu tabakamın biyolojik hayatiyeti o kadar fazladır ki, hayret edersin. İnsan ölse bile daha iki-üç gün bu tabakam ölmez ve bölünmeye devam eder, onun için bazen sakal tıraşı olmuş ve tırnaklarını kesmiş hâlde ölmüş birisinin gömülmesi birkaç gün geciktiğinde gömülürken cesede dikkat edersen sakallarının çıktığını ve tırnaklarının uzadığını fark edersin. İşte bu durum, benim germinatif epitel adını verdiğiniz epidermisin taban kısmındaki tabakamın faaliyeti ile ortaya çıkan bir hâdisedir.

Epidermisimin (üst deri) altında daha kalın olan dermis (alt deri) tabakam vardır. Benim canlılığıma, gerginliğime ve rengime vesile olan bu tabakada bulunan çok çeşitli sanat eserleri benim yapımı tamamlamak için yaratılmıştır. Bu tabakamın esası kollagen adı verilen bir proteinden yapılmış sık lifli bağ dokusudur. İnsanlar yaşlandıkça bu tabakam kurumaya ve kollagen proteinlerini kaybetmeye başlar, dolayısıyla lifler azaldıkça benim gerginliğim de azalır ve buruşmaya başlarım. Yaşlanan insanlar benim buruşmamdan hoşlanmazlar ama sizin kaderiniz budur. Aslında çok üzülmeye de gerek yok, çünkü benim buruşuklarımın bile senin yüzüne vereceği ayrı bir ciddiyet, tecrübe sahibi olduğuna ve çile çektiğine dair emareler vardır. Dermis tabakamın içinde dağılmış hâlde kıvrımlı bir ip yumağı şeklindeki ter bezleri, kıl kökleri, kılı besleyen ve parlatan yağ bezleri, bana rengimi veren kromatoforlar (renk maddesi taşıyan hücreler) kıllarımı dikleştirip yatırmaya yarayan kıl dibi kasları, beni beslemeye yarayan kılcal kan damarları ve az önce yukarıda bahsettiğim ısı, basınç ve ağrı duyularını almaya yarayan çeşitli özel alıcı hücreler (receptörler) ve bunların arasına dağılmış serbest sinir uçları bulunur.

Vücudunun farklı kısımlarında belirli duyulara karşı daha hassasım. Duyu alıcılarım çeşitli şekillerde olup, kendilerini ilk defa tespit eden ilim adamlarınızın adlarını takarak isimlendirmişsiniz. Meselâ, Pacini cisimciğim, Meissner cisimciğim, Ruffini ve Krause cisimciklerimin her birinin ayrı uyaran çeşitleri için hassas olduğunu düşünenler olsa da bu durum deneyle ispatlanamamıştır.

Senin ve arkadaşlarının esmer, kumral, sarışın, beyaz veya zenci gibi sıfatlarla tarif edilmenizin başlıca sebebi dermis tabakamın içinde ve hemen epidermise komşu olan bölgede yer alan kromatoforlardır. Yıldız şeklinde kollu uzantılara sahip bu hücreler ışığın şiddetine bağlı olarak çok yavaş hareket ederek kollarını uzatıp kısaltabildikleri gibi içlerinde taşıdıkları renk tanecikleri (melanin granülleri) de hücrenin merkezine yoğunlaşarak veya hücre içine dağılarak hareket ederler ve böylece benim rengimi koyulaştırıp, açıklaştırabilirler. Mevsimlere ve gün uzunluğuna, dolayısıyla güneş ışınlarının şiddetine ve süresine bağlı olarak bu hücrelerin hareketiyle senin rengini yazın koyulaştırır, kışın ise daha açıklaştırırım. Bunun ne hikmeti mi var? Hem de o kadar gâyesi ve hikmeti olan bir fizyolojik mekanizmadır ki, hayret edersin. Hiç dikkat ettin mi? Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika gibi ülkelerdeki insanlar güneyde yaşayanlara göre çok daha açık renkli ve sarışın oluyorlar. Çünkü bu ülkeler daha az sürede ve şiddette güneşe maruz kalıyorlar; gökyüzü çoğu zaman bulutlu ve yağışlı. Halbuki güneş ışığının D vitamini sentezlenmesinde çok önemli bir rolü vardır. Gıdalardan aldığın 7-dehidrocholesterol isimli madde ancak güneş ışığı ile senin vücudunda D vitaminine dönüşür. D vitamini ise başta kemik ve kalsiyum metabolizması için çok önemli olup yağda eriyen bir vitamindir. Güneş ışığı olmazsa D vitamini yapılamaz ve bunun eksikliğine bağlı olarak, başta raşitizm, birçok kemik hastalığı ve iskelet bozuklukları ortaya çıkar. Fakat güneş ışığı da iki tarafı keskin kılıç gibidir. Eksikliği hastalık yaptığı gibi fazlalığı da başta cilt kanserleri ve göz hastalıkları olmak üzere benim üzerimde çok tahribat yapar. Yeryüzünün her tarafını insanlarla dolduran Rabbimiz, elbette ki hem az güneş gören, hem de çok güneş gören yerlerde yaşayan insanların hepsini sonsuz ilmiyle bildiği ve hepsinin güneşten gerektiği kadar istifade edebilmeleri için benim kromatoforlarıma ve içlerinde taşıdıkları melanin, maddesine mükemmel özellikler vermiştir. Az güneşli yerlerde kromatoforlarım az miktarda melanin sentezler ve bunlar hücre içinde yayılarak veya bu hücreler daha derinlere inerek benim rengimi açarlar. Böylece daha fazla güneş ışığı beni geçerek D vitamini için kullanılır. Güneşli yerlerde yaşayanlarda ise yoğun ultraviole ve diğer radyasyonlar sebebiyle benim hücrelerimin her an mutasyon geçirme ve kanserleşme riski çok yüksektir. Onun için güneşli ülkelerde yaşayan kişilerde çok bol melanin maddesi sentezlenir ve kromatoforlar içindeki bu melanin hücrenin merkezinde yoğunlaşarak benim rengimi koyulaştırır. Böylece güneş ışınlarının fazlası melanin pigmentimin hususî yapı ve fonksiyonu sâyesinde emilerek diğer hassas hücrelerimin hasarlanarak kanserleşmesi önlenir. Şimdi anladın mı benim renkli hücrelerimin yaratılışındaki hikmeti?

Vücut içi sıcaklığının artmaması için sıcak havalarda bana gelen kan damarların çok genişler ve bol miktarda kan alırım. Kanın içindeki suyu ter bezlerim vasıtasıyla dışarıya veririm. Bu sıcak ter benim üzerime yayılıp buharlaşırken önemli miktarda ısıyı da alıp havaya geçirir ve böylece vücudunun ısısı yükselmez, sen de bunu hafif bir serinlik olarak hissedersin. Ter bezlerimin faaliyeti sayesinde bir miktar azotlu artıkları da atarak böbreklerine yardımcı olurum. Soğukta ise üşümemen için ter bezlerimin faaliyeti azalır. Bana gelen kan damarları büzülür ve benim kanım azaltılarak, hayatî olan iç organlarının üşümemesi için sıcak kan vücudunun içine yönlendirilir. Benim kıllarımın kasları da kasılarak kıllarımı dikleştirir ve böylece üzerimdeki kıl örtüsü daha kalınlaştırılmış olur. Tıpkı battaniye ile örtünmüş gibi olur. Vücut ısın iyice düşerse benim üzerimdeki alıcılar refleks olarak altımdaki kasları uyarır ve onların titreşmesiyle ısı üretilir. Soğukta tir tir titremek işte bundan dolayıdır! Hanımların kılları daha az olduğu için soğuğa karşı onlara haksızlık yapılmış mı diyorsun? Hayır! Asla böyle bir şey olmaz, çünkü hanımlar yaratılış itibarıyla erkeklerden farklı olarak, benim altımdaki dokular arasına bol miktarda yağ depolarlar. Kadınların bu derialtı yağ dokusu hem onları soğuktan korur, hem de yavruları emzirmeleri için yedek gıda deposu olarak kullanılır, hem de dışarıdan vurma ve çarpmalara karşı kas ve kemikleri erkeklerden daha iyi korunur. Bu yağ tabakası hem ısı tecrid maddesi hem de şok emici olarak vazife görür. Gördüğün gibi hanımlara hiçbir haksızlık yapılmamıştır. Çünkü O, her hak sahibinin hakkını eksiksiz verir.

Benim vücudun bir aynası olduğum düşüncesi bir ölçüde doğru sayılabilir. Gözönünde olmam ve kolayca muayene edilmem sebebiyle çoğu zaman altımda yatan hastalık belirtilerini gösteren ilk organ sayılırım. Bende görülen anormallikler çoğu zaman metabolizma bozukluklarını, kötü huylu hastalıkları veya vücudundaki bezleri ilgilendiren hastalıkları düşündürebilir. Meselâ, karaciğerin herhangi bir zehirli maddeden dolayı yavaş yavaş zehirleniyorsa ellerinin içinde kırmızı lekeler hâlinde kendini gösterir. Ruhî durumun da bana çok tesir eder. Tabiî ki, aksi de olur, yani bana ait özel hastalıklar, diğer iç organlarına tesir edebilir.

Kendimi yenileme ve tamir mekanizmamın çok güçlü olduğunu başta söylemiştim. yanıklar, yaralar ve kesikleri Allah'ın izniyle normal şartlarda kolayca hallederim. Ancak yaralanma benim alt kısmıma inecek kadar derin olduysa ileride hatırlaman için küçük bir iz bırakırım. Bir de şeker (diabet) gibi bazı hastalıklarda maalesef benim yenilenme ve tamir gücüm azalıyor ve yaralarımı çabuk kapatamıyorum. Bu durumda beni çok temiz tutup iltihaplandırmamaya itina göstermelisin.

Hasan! Zaten biraz fazla uzattığım için şimdi sana alerjiler, kaşıntılar, deri döküntüleri ve iltihaplar gibi benim hastalıklarıma ait bir sürü belirtiden söz ederek iştahını kaçırmak istemiyorum. Ama şunu bil ki bir kısmı kalıtsal (genetik), bir kısmı bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı, bazısı bakteriyal, bazısı virütik, kimisi de mantarlara bağlı belki yüz tane hastalığımı sayabilirim. Bunlarla seni vesveseye düşürüp üzmek istemiyorum. Gördüğün gibi insanların çok büyük kısmı her şeye rağmen sağlıklı geziyor. Yaratan (cc) elbette ki korunma mekanizmalarını da vermiş veya sonradan öğretmiştir. Ne kadar hikmetli, sanatlı ve mükemmel bir organ olduğumu gösterip, beni Yaratanı işaret etmek istediğim için sana dermatoloji dersi vermektense Rabbimin rızasına uygun yaşamanı tavsiye etmeyi daha uygun buldum. Zaten onun rızasına uygun yaşarsan, birçok hastalıktan korunur, her şeye rağmen imtihan için hasta olduğunda daha iyi tahammül eder, iyileştiğinde de daha çok şükredersin. Buna rağmen yine de iştahın kaçmayacak ve canın sıkılmayacaksa benim hastalıklarım ile ilgili dermatoloji kitaplarındaki renkli resimlere bakınca, sağlığın için ne kadar büyük bir şükür gerektiğini daha iyi anlarsın.

Senin vücudunun dış dünyaya komşu olan sınır bölgesinin her türlü mesuliyeti benim üzerime yüklenmiştir. Dış dünyadaki her türlü değişikliği, sıcaklık, soğukluk, rutubet, basınç, çeşitli radyasyonlar, her türlü tahriş edici kimyevî ve mekanik tesirleri ben hissederim ve iç organlarının bu değişik çevre şartlarına göre tavır almaları için onları uyarırım. Onun için herkes beni önce bir duyu organı olarak görür ve beş duyunun sonuncusu olarak sayarlar.

Halbuki benim duyu organı olarak iş görmemin dışında o kadar çok başka ve hayatî vazifelerim var ki, hepsini anlatmaya kalksam, bu derginin hacmi yetmez. Sadece estetik açıdan bile baktığında ne kadar güzel olduğum görülür. İstersen bir gün tıp öğrencileriyle birlikte anatomi lâboratuarına gir ve vücudu parçalanmadan yani diğer organ ve sistemleri incelenmeden önce derisi yüzülmüş bir kadavraya bakmaya çalış ve dayanabilirsen dikkat et! İnsan, Allah'ın yarattığı muhteşem bir sanat eseri olmasaydı, belki "iğrenç" ve "tiksindirici" sıfatlarını kullanabilirdim, ama o cesedin her hücresi tek tek Rabbimin eseri olduğu için böyle demiyorum ve sadece "göze hoş gelmeyen bir manzara" tabiriyle nitelendirmem kâfi olur zannederim. Ben olmadığım zaman o muhteşem anatomik mucize olan vücut bütün ihtişâmını kaybederek, ürkütücü ve çirkin bir hâl alıyor. Aylardır sana kendilerini anlatan bütün o organlarının güzelliği ve hikmetleri ancak benim varlığımla bir mânâ kazanabiliyor. Rabbimiz beni bütün vücudunun her bölgesine uygun bir elbise olarak yaratarak seni giydirmiş. Ayak tabanları ve avuç içini kalın bir keratin dış tabaka ile donatarak yürümeni ve çeşitli el âletlerini kullanmanı kolaylaştırmış. Şayet dudak bölgesinde olduğu gibi ince olsaydım, yürürken, herhangi bir âleti bir kaç sefer kullandığında delinir, yara olurdum. Eklemlerinin olduğu kısımlarda hususî kıvrımlarla akordeon veya körük gibi yaparak parmaklarının, el ve ayaklarının rahatça her türlü harekete imkân vermesini temin etmiştir. Baş bölgeni güneşten ve soğuktan korumak için benim içimden bazı hücreleri farklılaştırarak saç hâline getirmiş ve devamlı uzama kabiliyeti de vermiştir. Gözünü korumak için kirpik ve kaş ismini verdiğiniz özel kıllarla hem süslemiş, hem de onların büyümesini sınırlamıştır. Yoksa önünü görebilmek için her gün bir de kaş ve kirpiklerini kesmek zorunda kalacaktın. Burun ve kulak deliklerinin girişlerinde bile hususî kıllarımla toz-toprak ve böcek gibi nesnelerin girmesini engellerim. Sen şimdi belki "bu da önemli bir şey mi? Alt tarafı birkaç tane kıl. Olsa ne olur olmasa ne olur? Hayatî bir ehemmiyeti yok", diyebilirsin. Evet, doğru. Hayatî bir ehemmiyeti yok. Ama hayat sadece "canlı" kalmak değil ki, hayatın bir de insana ait estetik ve güzellik boyutu vardır. Kaşları ve kirpikleri dökülmüş birisine baktığında bu durumu daha iyi anlarsın. Evet! Allah (cc) insanı yaratırken güzel yaratmış ve bu güzelliğini teşkil eden her bir kılı da ayrıca önemli kılmıştır. Çünkü Rabbimiz bir şeyi yaratırken sadece bir yönüyle değil, pek çok yönüyle hikmetli yapar.

"Hayatî ehemmiyeti yok" deyip benim kıllarımı küçük görüp duruyorsun! Halbuki ben bütünüyle çok hayatî ehemmiyeti haiz bir organım! Kaş ve kirpiklerimdeki estetik inceliği ve güzelliği göremedin, ama senin vücudunu pek çok bakımdan koruyan bir organ olduğumu şimdi sana göstereceğim! Normal bir insan vücudunu sararak örtmek için benim genişliğimin 1.80-2 metrekare arasında olması gerekir. En birinci ve hayatî olarak senin vücut sıvılarının dışarıya sızıp kaybolmasını engellerim. Vücut içi sıvılarının yoğunluğu ve mineral tuzlarının miktarı hayatî ehemmiyettedir. Ben olmasaydım sadece böbreklerinle bu sıvıların yoğunluğunu düzenleyemezdin. Onun için derisinin 2/3'lik kısmı derin şekilde yanmış insanlar vücutlarından kaybettikleri sıvılar yüzünden ölürler. Yanık merkezlerinde çok hassas âletlerle kaybedilen vücut sıvıları ayarlanmaya çalışılmasına rağmen umumiyetle büyük yanıklarda başarısız olunmaktadır. Benim koruma özelliğim sadece vücuttan kaybedilecek sıvıları engellemek bakımından değil, dışarıdan vücuduna girecek her türlü bakteri, mantar ve virüs gibi hastalık yapıcı zararlıların girişine de mâni olmakla kendini gösterir. Bazen eline küçük bir diken batınca bile hemen mikrop aldığını ve orada bir iltihap oluştuğunu biliyorsun. Vücudunun geniş bir bölgesinde eksilir veya yaralanırsam, çok daha ağır enfeksiyonlarla karşılaşabilirsin, çünkü benim olmadığım yerden milyonlarca mikroskobik varlık senin içine hücum ederek seni hasta edecektir.

Senin vücudun sıcağa ve soğuğa karşı çok hassas yaratılmıştır. Vücudunun iç sıcaklığı normal olarak 36,7 °C olmalıdır ve dış çevrenin her türlü ısı değişikliklerine karşı değişmemelidir. Eğer soğukta kalır da üşürsen ve dolayısıyla vücut içi sıcaklığın düşerse akciğerlerin, mide ve böbreklerin başta olmak üzere birçok organın hasta olur ve çalışmaları aksamaya başlar, ısı düşmeye devam ederse ölürsün. Aksine çok sıcakta kalır ve iç sıcaklığın yükselirse başta beynin çok hassas olduğundan önce sinir sisteminde arızalar daha sonra da kalb gibi organlarında bozulmalar başlar ve yine ölürsün. Halbuki çöllerden kutuplara kadar her yerde insanlar yaşıyor ve bütün bu insanların vücut içi sıcaklığı 36-37 °C civarında sabit tutulmaya çalışılıyor. İşte bu vücut ısısını dengede tutma ile ilgili sistemin çok önemli bir parçası benim. Asıl kontrol merkezi beyin olsa da, beyin benden giden uyarılara göre düzenleme yapar ve cevabını verirken de ben önemli işler görürüm.

Bu kadar önemli işleri anlatmadan önce sana dışarıdan çok basit gibi görünen yapımdan biraz bahsetmek istiyorum. Aslında hiç de senin tahmin ettiğin gibi etlerini saran bir naylon örtü gibi değilim. Her şeyden önce canlı, esnek, büyüyen, tamir olabilen, beslenen, bir taraftan ölen kısımlarını atarken, yerini taze hücrelerle dolduran ve bütün dünyadan haberdar olan bir organım. Kabaca bir bakışla iki tabaka hâlinde görülürüm. Senin dışardan gördüğün üst deri (epidermis) kısmımın en üstü (stratum corneum) ömrünü tamamlamış ve yapısına keratin (boynuz maddesi) alarak sertleşmiş ölü hücrelerden ibaret olup, bunlar her gün dökülmektedir. Banyo yaparken "kir" olarak dökülen kısımlar bunlardır. Bu kısımlar dökülürken bana yapışmış ve dışardan bulaşmış, seni hasta edebilecek birçok bakteri, mantar gibi parazitlerden de kurtulursun. Üst derinin en dip kısmını döşeyen yüksek bölünme kabiliyetine sahip üreyen hücrelerin (stratum germinativum) teşkil ettiği tabaka hiç durmadan yukarıya doğru yeni hücreler üretir. Başlangıçta silindirik olan bu hücreler yukarıya doğru yükseldikçe kübikleşmeye ve daha sonra da yassılaşmaya başlarlar. Bu arada içlerinde keratin maddesi sentezlendiği için yavaş yavaş sertleşmeye ve hayatiyetlerini de kaybetmeye başlarlar. En üste geldiklerinde tamamen ölmüş olurlar. Bunların bir kısmı dökülmez ve birbiriyle birleşip kaynaşarak nasır ve tırnak gibi yapıları meydana getirerek aşınmaya maruz kalan yerleri korurlar.

Bu tabakamın biyolojik hayatiyeti o kadar fazladır ki, hayret edersin. İnsan ölse bile daha iki-üç gün bu tabakam ölmez ve bölünmeye devam eder, onun için bazen sakal tıraşı olmuş ve tırnaklarını kesmiş hâlde ölmüş birisinin gömülmesi birkaç gün geciktiğinde gömülürken cesede dikkat edersen sakallarının çıktığını ve tırnaklarının uzadığını fark edersin. İşte bu durum, benim germinatif epitel adını verdiğiniz epidermisin taban kısmındaki tabakamın faaliyeti ile ortaya çıkan bir hâdisedir.

Epidermisimin (üst deri) altında daha kalın olan dermis (alt deri) tabakam vardır. Benim canlılığıma, gerginliğime ve rengime vesile olan bu tabakada bulunan çok çeşitli sanat eserleri benim yapımı tamamlamak için yaratılmıştır. Bu tabakamın esası kollagen adı verilen bir proteinden yapılmış sık lifli bağ dokusudur. İnsanlar yaşlandıkça bu tabakam kurumaya ve kollagen proteinlerini kaybetmeye başlar, dolayısıyla lifler azaldıkça benim gerginliğim de azalır ve buruşmaya başlarım. Yaşlanan insanlar benim buruşmamdan hoşlanmazlar ama sizin kaderiniz budur. Aslında çok üzülmeye de gerek yok, çünkü benim buruşuklarımın bile senin yüzüne vereceği ayrı bir ciddiyet, tecrübe sahibi olduğuna ve çile çektiğine dair emareler vardır. Dermis tabakamın içinde dağılmış hâlde kıvrımlı bir ip yumağı şeklindeki ter bezleri, kıl kökleri, kılı besleyen ve parlatan yağ bezleri, bana rengimi veren kromatoforlar (renk maddesi taşıyan hücreler) kıllarımı dikleştirip yatırmaya yarayan kıl dibi kasları, beni beslemeye yarayan kılcal kan damarları ve az önce yukarıda bahsettiğim ısı, basınç ve ağrı duyularını almaya yarayan çeşitli özel alıcı hücreler (receptörler) ve bunların arasına dağılmış serbest sinir uçları bulunur.

Vücudunun farklı kısımlarında belirli duyulara karşı daha hassasım. Duyu alıcılarım çeşitli şekillerde olup, kendilerini ilk defa tespit eden ilim adamlarınızın adlarını takarak isimlendirmişsiniz. Meselâ, Pacini cisimciğim, Meissner cisimciğim, Ruffini ve Krause cisimciklerimin her birinin ayrı uyaran çeşitleri için hassas olduğunu düşünenler olsa da bu durum deneyle ispatlanamamıştır.

Senin ve arkadaşlarının esmer, kumral, sarışın, beyaz veya zenci gibi sıfatlarla tarif edilmenizin başlıca sebebi dermis tabakamın içinde ve hemen epidermise komşu olan bölgede yer alan kromatoforlardır. Yıldız şeklinde kollu uzantılara sahip bu hücreler ışığın şiddetine bağlı olarak çok yavaş hareket ederek kollarını uzatıp kısaltabildikleri gibi içlerinde taşıdıkları renk tanecikleri (melanin granülleri) de hücrenin merkezine yoğunlaşarak veya hücre içine dağılarak hareket ederler ve böylece benim rengimi koyulaştırıp, açıklaştırabilirler. Mevsimlere ve gün uzunluğuna, dolayısıyla güneş ışınlarının şiddetine ve süresine bağlı olarak bu hücrelerin hareketiyle senin rengini yazın koyulaştırır, kışın ise daha açıklaştırırım. Bunun ne hikmeti mi var? Hem de o kadar gâyesi ve hikmeti olan bir fizyolojik mekanizmadır ki, hayret edersin. Hiç dikkat ettin mi? Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika gibi ülkelerdeki insanlar güneyde yaşayanlara göre çok daha açık renkli ve sarışın oluyorlar. Çünkü bu ülkeler daha az sürede ve şiddette güneşe maruz kalıyorlar; gökyüzü çoğu zaman bulutlu ve yağışlı. Halbuki güneş ışığının D vitamini sentezlenmesinde çok önemli bir rolü vardır. Gıdalardan aldığın 7-dehidrocholesterol isimli madde ancak güneş ışığı ile senin vücudunda D vitaminine dönüşür. D vitamini ise başta kemik ve kalsiyum metabolizması için çok önemli olup yağda eriyen bir vitamindir. Güneş ışığı olmazsa D vitamini yapılamaz ve bunun eksikliğine bağlı olarak, başta raşitizm, birçok kemik hastalığı ve iskelet bozuklukları ortaya çıkar. Fakat güneş ışığı da iki tarafı keskin kılıç gibidir. Eksikliği hastalık yaptığı gibi fazlalığı da başta cilt kanserleri ve göz hastalıkları olmak üzere benim üzerimde çok tahribat yapar. Yeryüzünün her tarafını insanlarla dolduran Rabbimiz, elbette ki hem az güneş gören, hem de çok güneş gören yerlerde yaşayan insanların hepsini sonsuz ilmiyle bildiği ve hepsinin güneşten gerektiği kadar istifade edebilmeleri için benim kromatoforlarıma ve içlerinde taşıdıkları melanin, maddesine mükemmel özellikler vermiştir. Az güneşli yerlerde kromatoforlarım az miktarda melanin sentezler ve bunlar hücre içinde yayılarak veya bu hücreler daha derinlere inerek benim rengimi açarlar. Böylece daha fazla güneş ışığı beni geçerek D vitamini için kullanılır. Güneşli yerlerde yaşayanlarda ise yoğun ultraviole ve diğer radyasyonlar sebebiyle benim hücrelerimin her an mutasyon geçirme ve kanserleşme riski çok yüksektir. Onun için güneşli ülkelerde yaşayan kişilerde çok bol melanin maddesi sentezlenir ve kromatoforlar içindeki bu melanin hücrenin merkezinde yoğunlaşarak benim rengimi koyulaştırır. Böylece güneş ışınlarının fazlası melanin pigmentimin hususî yapı ve fonksiyonu sâyesinde emilerek diğer hassas hücrelerimin hasarlanarak kanserleşmesi önlenir. Şimdi anladın mı benim renkli hücrelerimin yaratılışındaki hikmeti?

Vücut içi sıcaklığının artmaması için sıcak havalarda bana gelen kan damarların çok genişler ve bol miktarda kan alırım. Kanın içindeki suyu ter bezlerim vasıtasıyla dışarıya veririm. Bu sıcak ter benim üzerime yayılıp buharlaşırken önemli miktarda ısıyı da alıp havaya geçirir ve böylece vücudunun ısısı yükselmez, sen de bunu hafif bir serinlik olarak hissedersin. Ter bezlerimin faaliyeti sayesinde bir miktar azotlu artıkları da atarak böbreklerine yardımcı olurum. Soğukta ise üşümemen için ter bezlerimin faaliyeti azalır. Bana gelen kan damarları büzülür ve benim kanım azaltılarak, hayatî olan iç organlarının üşümemesi için sıcak kan vücudunun içine yönlendirilir. Benim kıllarımın kasları da kasılarak kıllarımı dikleştirir ve böylece üzerimdeki kıl örtüsü daha kalınlaştırılmış olur. Tıpkı battaniye ile örtünmüş gibi olur. Vücut ısın iyice düşerse benim üzerimdeki alıcılar refleks olarak altımdaki kasları uyarır ve onların titreşmesiyle ısı üretilir. Soğukta tir tir titremek işte bundan dolayıdır! Hanımların kılları daha az olduğu için soğuğa karşı onlara haksızlık yapılmış mı diyorsun? Hayır! Asla böyle bir şey olmaz, çünkü hanımlar yaratılış itibarıyla erkeklerden farklı olarak, benim altımdaki dokular arasına bol miktarda yağ depolarlar. Kadınların bu derialtı yağ dokusu hem onları soğuktan korur, hem de yavruları emzirmeleri için yedek gıda deposu olarak kullanılır, hem de dışarıdan vurma ve çarpmalara karşı kas ve kemikleri erkeklerden daha iyi korunur. Bu yağ tabakası hem ısı tecrid maddesi hem de şok emici olarak vazife görür. Gördüğün gibi hanımlara hiçbir haksızlık yapılmamıştır. Çünkü O, her hak sahibinin hakkını eksiksiz verir.

Benim vücudun bir aynası olduğum düşüncesi bir ölçüde doğru sayılabilir. Gözönünde olmam ve kolayca muayene edilmem sebebiyle çoğu zaman altımda yatan hastalık belirtilerini gösteren ilk organ sayılırım. Bende görülen anormallikler çoğu zaman metabolizma bozukluklarını, kötü huylu hastalıkları veya vücudundaki bezleri ilgilendiren hastalıkları düşündürebilir. Meselâ, karaciğerin herhangi bir zehirli maddeden dolayı yavaş yavaş zehirleniyorsa ellerinin içinde kırmızı lekeler hâlinde kendini gösterir. Ruhî durumun da bana çok tesir eder. Tabiî ki, aksi de olur, yani bana ait özel hastalıklar, diğer iç organlarına tesir edebilir.

Kendimi yenileme ve tamir mekanizmamın çok güçlü olduğunu başta söylemiştim. yanıklar, yaralar ve kesikleri Allah'ın izniyle normal şartlarda kolayca hallederim. Ancak yaralanma benim alt kısmıma inecek kadar derin olduysa ileride hatırlaman için küçük bir iz bırakırım. Bir de şeker (diabet) gibi bazı hastalıklarda maalesef benim yenilenme ve tamir gücüm azalıyor ve yaralarımı çabuk kapatamıyorum. Bu durumda beni çok temiz tutup iltihaplandırmamaya itina göstermelisin.

Hasan! Zaten biraz fazla uzattığım için şimdi sana alerjiler, kaşıntılar, deri döküntüleri ve iltihaplar gibi benim hastalıklarıma ait bir sürü belirtiden söz ederek iştahını kaçırmak istemiyorum. Ama şunu bil ki bir kısmı kalıtsal (genetik), bir kısmı bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı, bazısı bakteriyal, bazısı virütik, kimisi de mantarlara bağlı belki yüz tane hastalığımı sayabilirim. Bunlarla seni vesveseye düşürüp üzmek istemiyorum. Gördüğün gibi insanların çok büyük kısmı her şeye rağmen sağlıklı geziyor. Yaratan (cc) elbette ki korunma mekanizmalarını da vermiş veya sonradan öğretmiştir. Ne kadar hikmetli, sanatlı ve mükemmel bir organ olduğumu gösterip, beni Yaratanı işaret etmek istediğim için sana dermatoloji dersi vermektense Rabbimin rızasına uygun yaşamanı tavsiye etmeyi daha uygun buldum. Zaten onun rızasına uygun yaşarsan, birçok hastalıktan korunur, her şeye rağmen imtihan için hasta olduğunda daha iyi tahammül eder, iyileştiğinde de daha çok şükredersin. Buna rağmen yine de iştahın kaçmayacak ve canın sıkılmayacaksa benim hastalıklarım ile ilgili dermatoloji kitaplarındaki renkli resimlere bakınca, sağlığın için ne kadar büyük bir şükür gerektiğini daha iyi anlarsın.