Ben Hasan'ın Bağırsağıyım
Hasan! Şimdi bana kızacaksın "Durup dururken sen de nereden çıktın? Başka kendisini anlatacak kimse kalmadı mı?" "Uzun bir hortumdan başka nesin ki?" diye çıkışmadan önce sana dikkatli davranmanı tavsiye ederim. Benim içimdeki zâhiren çirkin görünen kıvamlı maddeye veya son kısımlarımdaki dışkılara bakıp da, yüzünü buruşturma!. Şunu bilmelisin ki, senin kalbin de, böbreğin de, karaciğerin de, beynin de ben olmasam çalışmaz!!!. "Haydi!.. Şimdi çok attın, bu kadar da mübalâğa yapma!! Alt tarafı basit bir hortumsun!!! Hiç kalbim, böbreğim, karaciğerim sana muhtaç olur mu?!" diyebilirsin, ama önce beni bir dinle, bakalım sonra yine aynı fikirde olacak mısın?
Hasancığım! Beni anlaman için önce sana canlılara ait şu temel prensibi söyleyeyim: Bütün canlılık hâdiseleri ve tabiatta cereyan eden bütün hayat" fonksiyonlar, muhakkak bir enerji kullanımıyla yürütülür. Bir canlı sisteme enerji girmezse, hiçbir metabolizma faaliyeti ve hayat" fonksiyon yerine getirilemez. Tıpkı benzini olmayan bir otomobilin yürümemesi gibi. Otomobilin motoru, aküsü, karbüratörü vs. bütün kısımları tam ve sağlıklı olsa bile depoda benzin yoksa, veya benzin motora gelmiyorsa, bütün diğer milyarlık parçalar sağlam olsa bile o araba çalışmaz. Şimdi diyebilir misin, "benim arabamın elektronik beyni, aküsü, motoru, marj motoru vs. gibi çok mükemmel parçaları var, ama niçin çalışmıyor?". Diyemezsin, çünkü en temel özellik olan yakıt faktörü eksiktir. Aynen bunun gibi, bütün canlılar âleminde ve tabi" insan nev'inde de, sahip olunan binlerce hikmetlerle yüklü organların çalışması için önce yakıta ihtiyaç vardır. Yakıt veya enerji ise, gıda olarak aldığımız bitkiler ve hayvanlar tarafından bizim için üretilir. Fakat bizim için üretilmiş bu enerji, temel yapı taşları ve vitaminlerin depolandığı gıda maddelerinden, ağzımızdan vücut içine aldığımız şekliyle istifade edemeyiz. Bu gıda maddelerinin sindirim dediğimiz muameleden geçerek en küçük yapı taşlarına kadar parçalanması ve sonra da emilerek kanına geçmesi, yani yukarıdaki misale göre simsiyah ve koyu olduğu için otomobilinde yakamadığın ham petrolün, yanabilmesi için rafine olarak şeffaf ve uçucu olan benzine dönüşmesi gerekir. İşte benim vazifem de petrolden benzin elde edilmesi gibi, senin vücudunun ihtiyacı olan karbonhidrat, protein, yağ, vitaminler, mineral tuzları ve su gibi temel ihtiyaç maddelerini, gıdaların içinden rafine ederek senin hizmetine sunmaktır. Şayet ben bu işi yapmasaydım, ne mi olurdu? Eskiyen ve yıpranan hiçbir organın kendini tamir edemezdi, parmağını oynatacak gücü kendinde bulamazdın. Enerji ve temel yapı taşlarının yokluğundan dolayı bütün organların iflâs eder, bir müddet sonra da hep birlikte ölürdük. Anladın mı şimdi benim ne kadar mühim bir boru olduğumu?
İlk bakışta beni içi boş, yumuşak ve kaygan bir boru gibi görüyorsun ve bu yüzden de basitliğime hükmedebiliyorsun. Tabi" ki, bir kalb, akciğer, böbrek veya karaciğer gibi çok teferruatlı kısımlarım yok. Fakat bu hâlimle Yaratıcımız sanki şunu demek istiyor "Ben bazen ilk bakışta çok sanatlı olduğu anlaşılmayan, basit gibi görünen şeylerde o kadar harika sanatlar gizlemişim ve onlara o kadar mükemmel işler yaptırırım ki, çok daha sanatlı olanları ona muhtaç kılarım" veya "Ben dilersem sadelik içinde daha fazla sanatlar gizleyebilirim" gibi bizim hayret ve takdir hislerimize hitap etmektedir. Sizin bahçe sulamakta kullandığınız hortumlar kısa sürede bozulup, delinip koptuğu hâlde, benim dört ayrı kattan yapılmış duvarlarım bir hastalığa tutulmadığı takdirde bütün ömrün boyunca delinmeden hayatını sürdürür. Bu dört katlı duvarımın en dışı sağlam bir bağ dokusundan, altındaki kısım enine ve boyuna ayrı ayrı dizilmiş iki düz kas tabakasından, bunun altındaki kısım gevşek lifli bağ dokusu içine yayılmış bezlerden ve en iç tabaka ise esas emilme işleminin yapıldığı epitel dokusundan ibaret mukozadan müteşekkildir.
Şimdi gelelim hayatın temelindeki birinci fonksiyon olan sindirimle ilgili işleri nasıl yapabildiğime. Yine en başta şunu söyleyerek gurur kapısını kapayayım: benim bu işlere yetecek ne aklım, ne gücüm, ne de iradem vardır, ancak O'nun emir ve iradesi altında sadece bana emredilenleri uygulamakla mükellefim.
Basit bir hortum gibi görünen benim duvarlarımda öyle kompleks kimyev" işlemler olur ki, aklın durur. Her türlü maddeyi parçalayacak husus" enzimleri üretip iç boşluğuma salgılayan hücrelerimin her biri ayrı bir fabrika hükmündedir. Bu fabrikaların bir kısmında, proteinleri çeşitli peptid kademelerine parçalayan enzimler, bir kısmında peptidleri aminoasitlere parçalayan enzimler, bir kısmında karbonhidratları glikoza kadar parçalayan, bir kısmında yağları yağ asitlerine ve gliserine parçalayan enzimler üretilir. Bunların her birinin kendi içinde de özel tipleri vardır. Meselâ, meyve şekerini parçalayan enzim ile süt şekerini parçalayan enzim, nişastayı parçalayan enzim hep farklı tipteki enzimlerdir. Bu enzimlerin en iyi şekilde tesir etmesi için benim iç ortamımın da uygun bir pH derecesine sahip olması gerekir, çünkü enzimlerimin çok hassas çalışma şartları vardır. Meselâ bana gelmeden önce bu gıdaların uğradığı ikinci durak olan midendeki enzimler asitli bir ortamda (pH=2,5-3 arasında) çalıştığı hâlde, benim enzimlerimin çalışabileceği bir ortam meydana getirilmesi için, bazik sıvılar salınır ve bu kuvvetli asit ortam nötrleştirilir.
Mideden itibaren gıda artıklarının atıldığı son çıkışa (anüs) kadar olan benim boyum 8,5 metre kadardır. Ancak bu uzunluğumu kendi içimde ince ve kalın bağırsaklar olarak ikiye ayırmam gerekir. Bunun 7 m kadarı ince bağırsaklar, 1,5 m kadarı da kalın bağırsaklar olarak isimlendirilir. İnce ve uzun olan 7 m'lik kısım da kendi içinde yine üç bölgeye ayrılır. Mideden hemen sonra gelen, çok kısa (25-30 cm kadar) ve nispeten kalınca olan onikiparmak bağırsağı (duedonum) isimli başlangıç bölgeme, karaciğerinde yapılıp deterjan gibi iş görerek yağların parçalanmasını kolaylaştıran safra tuzları ve pankreasından gelen sindirim enzimleri dökülür. Bu enzimlerin tesiriyle biraz daha parçalanan gıdalar, ikinci kısmım olan jejunum ve üçüncü kısmım olan ileum'a geçerler. Bu iki kısmımı birbirinden pek kolay ayıramazsın. Jejunum'da kan dolaşımı çok daha yoğun olduğundan rengi daha kırmızımsı olup bu bölgenin kasılma hareketleri daha hızlı ve güçlüdür. İleum kısmım daha dar ve ince duvarlı, kan dolaşımı daha az, hareketleri daha sınırlı olup mezenter'imdeki yağ miktarı daha fazladır. Mezenter'in ne olduğunu merak ettiysen şöyle tarif edebilirim: Senin daracık karnının içinde benim karışıp düğüm olmamam ve kan damarlarının yerleşmesi için bir zemin oluşturduğu gibi beni bir arada tutarak vücut duvarına sağlam bir şekilde bağlayan zar şeklindeki ince bağ dokusuna mezenter denir. Mezenter içindeki ana kan damarı dallara ayrılır ve benim duvarlarımdan içeri geçerek en önemli işi gören kısımlarım olan villus'lerin içine kılcal damar ağı şeklinde dağılır.
Villus'lara halk arasındaki anlaşılacak tabiriyle memecikler diyebiliriz, benim iç duvarımın dantel gibi kıvrımlarından yapılmış olup, içimi halı gibi döşeyen villus'lar, en hayat" kısımlarımdır. Halının ipleri gibi olan bu küçük çıkıntıların sayesinde iç yüzeyim son derece genişlemiş olur. Eldiven parmağı şeklindeki bu memeciklerin içine, ilmi ve kudreti sonsuz Yaratıcımız, kılcal damar ağı ve lenf kanalcıklarını yerleştirmiştir. Gıdaları parçalayacak enzimleri salgılayan bez hücrelerimin dışında bazı bezlerin salgısı da, mide asidinin tahriş edici tesiriyle parçalanmaktan beni korur. Bazı hücreler, gıdaların kolayca geçmesi için kayganlaştırıcı ve koruyucu mukus maddesi salgılar. Villus'larımın sindirim enzimi salgılayan hücrelerinin dışında bazı hücreleri ise en son birimine kadar parçalanmış gıda maddelerini emerek kana geçirmeye yararlar.
Hasan! Bu kadar mükemmel bir organizasyonu nasıl olur da tabiat denilen şuursuz bir kavrama verirler anlamıyorum. Şu anlattıklarımda o kadar küll" bir ilim ve kudretin tezahürü var ki, insanın bazen aklı duracak gibi oluyor. Hem gıda maddelerinin özelliğini bileceksin, hem senin diğer organlarının ihtiyacını bileceksin, ona göre enzimler ve emme mekanizmasını ayarlayacaksın, hem bunları daracık bir sahaya sıkıştıracaksın, hem israfsız ve en ideal şekilde arızasız yapacaksın; Allah aşkına Hasan, bunlar kendi kendine olur mu?. Şimdi sana kalkıp da emme mekanizmamı anlatacak olsam, bu işi yapan minnacık hücrelerime (haşa) ilâhlık vermeye kalkışabilirsin. Her bir gıda molekülü için özel taşıyıcı moleküller ve sistem kuran Yaratıcım, bu milyonlarca memeciğin her birinin içine kan ve lenf yolu ismini alan iki taşıma mekanizması koymuştur. Kan yoluyla şekerler, aminoasitler, su ve tuzlar, doğrudan doğruya; lenf yoluyla da yağlar emilerek dolaylı olarak kana geçirilir. Emildikten sonra bu gıda maddeleri artık vücudunun malı olmuştur ve ihtiyaç içinde bekleyen bütün vücut hücrelerine kanla taşınır.
Peki, artıklar ne olacak? Yediğin her şey faydalı ve kullanılacak özellikte olmadığından, hattâ bir kısmı zehirli ve zararlı maddeler olduğundan, bir an önce dışarı atılmaları gerekmektedir. İnce kısımlarımda emilmeyen gıda artıkları henüz çok sulu durumdadır, böylece atılacak olsa, çok su ve mineral kaybı ile israf olacağından 1,5 metrelik kalın bağırsak kısmında, bu artıkların suyu ve bazı mineral tuzları emilerek koyulaştırılır. Kalın bağırsak denilen bölümüm de kendi içinde üçe ayrılabilir. İnce bağırsakla birleşen kısmıma körbağırsak (caecum-çekum) denir ve ucunda appendix bulunur. Bu kısım bazen iltihaplandığında apandisit denilen hastalık tablosu ortaya çıkar. Şişmiş, iltihaplı olan bu parçayı ameliyatla almadan tedavi olamazsın. Kimilerinin iddiasına göre bu parçam tarih öncesi çağlarda ataların sadece ot yediği için uzunmuş da, şimdi daha çok et yenildiği için kısalmış ve körelmiş bir kalıntı organmış da falan filan.. Bunların hepsi hikâye Hasan!. Yaratıcımız hiçbir şeyi boş ve abes yaratmamıştır.
Her şeye binlerce hikmet ve gaye yüklemiştir. Vazifesi olmasaydı, gereksiz olsaydı, yaratmazdı. Her şeyi yerli yerinde hikmetli yaratan Rabbim, appendix'i unutmuş olabilir mi? Nitekim daha sonra bir çok araştırıcı hekimler, bu parçamın ne kadar gerekli olduğunu gösterdiler. Lenfoid bir organ olarak, herhangi bir şekilde benim içime karışan mikroplarla mücadele için burada antikorlar üretilir. Zaten bu yüzden zengin bir damar ağına sahiptir. İşe yaramaz bir kısım olsaydı, bu kadar zengin damar ağına gerek olmazdı.
Kalın kısmımın diğer bölümleri colon (çıkan, enine ve inen olmak üzere üç bölümdür) ve rectum (veya sigmoid colon)'dur. Kalın kısmımın içini döşeyen mukoza oldukça düzdür. Artıkların kolayca atılmasını sağlamak için sümüksü bir salgı yapar. Kalın bağırsak kısmımda ayrıca çok bol miktarda faydalı bakteriler yerleştirilmiş olup, bu yaratıklar da senin ihtiyacın için çalışırlar. B12, tiamin ve riboflavin gibi B grubu vitaminleri ile K vitamini buradaki bakteriler tarafından sentezlenir. Gördün mü işler ne kadar hikmetli yürütülüyor?. Dışkı hâlinde dışarı atılması gereken artıkların bulunduğu en pis yerde bile hayat" vitaminler üretiliyor. Bilhassa K vitamini olmazsa kanın pıhtılaşma özelliği ortaya çıkamaz ve küçük bir damar zedelenmesinde kan kaybından ölürdün. Hiç aklına gelir miydi, kanalizasyon çukuru gibi görülen kalın bağırsağında hayat" vitaminler üretilsin? İşte Rabbimiz böyle hikmetli işler yapar!.
Hasan, şimdi de bu kadar uzun bir hortum gibi olan bir organın hareketleri nasıl düzenleniyor ve içindeki gıda maddeleri nasıl yürütülüyor ve en sonra da nasıl dışarı atılıyor diye merak edebilirsin. Kısaca izah edecek olursam, senin beyninin irad" işleri yürüten kısmının bu işlerden hiç haberi bile olmaz. Zaten haberi olsa karıştırır ve hep benimle meşgul olacağından başka işleri yapamazdı. Otonom sinir sisteminin kontrolü altında benim duvarlarımdaki düz kaslar dalgalar hâlinde yavaş yavaş kasılır ve buna sağılım (peristalsis) hareketi denir. Bana gelen sinir lifleri sempatik ve parasempatik olmak üzere iki tiptir. Sempatik sinirler beni baskı altında tutarak yavaşlamaya zorlarken, parasempatik lifler benim hareketimi teşvik edici tesir yapar. Böylece iki zıt tesir arasında dengeli bir çalışma tutturmaya gayret ederim. Bu hareketle içimde ilerlettiğim artıklar koyulaşa koyulaşa atılacak kıvamı aldığında, rektum kısmıma gelir ve burasının duvarları gerilmeye başlayınca içimdekileri atmak için seni rahatsız ederim. Bundan sonra senin iraden de kısmen işe karışır. Benim içimdeki artıkları en az günde bir defa belli aralıklarla dışarı atman gerekir. Dünya işlerine kendini çok kaptırır da unutur veya ihmal edersen, zaman geçtikçe içimdeki artıklar katılaşır ve sonra seni çok zorlarım. Bugün birçok kişinin başına dert olan kanser bilhassa benim kalın (colon) ve son kısmımda (rectum) çok sık ortaya çıkar. En büyük sebebi de etli ve yağlı gıdaları çok alıp, hareketsiz hayat sürmenizle birlikte stresin sebep olduğu benim çalışmamda ortaya çıkan bozukluktur. Benim iyi çalışmamı istiyorsan bol selülozlu, yani nebat" gıdalar almalısın ve huzurlu bir hayat sürmelisin. Benim üzerimdeki sinir ağı o kadar zengin ve komplekstir ki, hayret edersin. Dolayısıyla her türlü değişikliğe karşı çok hassas bir yapım vardır. Biraz sıkılıp, üzülsen ve çok fazla strese girsen, yahut hayat sürme tarzında biraz değişiklik olsa, hemen bende kasılmalar başlar. Siz bu duruma "bağırsak tembelliği", spastik kolon, irritabl kolon gibi isimler veriyorsunuz. Bu durumlarda dışkıları atamam ve içimde kalan zehirli artıklar, benim iç duvarlarımı tahriş etmeye başlar ve sonunda da kanser riskinin artmasına sebep olur. Onun için sabahları aç karnına bir bardak ılık su içmeyi, yemeklerini günün hep aynı saatlerinde yemeyi alışkanlık hâline getir. Hepsinden önemlisi taze yeşil sebzeleri sofrandan eksik etme ve mümkün olduğunca zeytin yağı dışında yağ kullanma, et yemeyi azalt, yersen bile yeşilliğin içinde etin miktarı az olsun.
Haaa!.. Bir dakika, en önemli nasihati unuttum! Ruh" bakımdan dengesiz isen bütün hepsi boşuna gider. Huzurlu bir ruh atmosferinde yaşamalısın. Bu demek değil ki, hiç sıkıntın ve üzüntün olmayacak, imtihana maruz kalmayacaksın. İnsan olduğun için bu zaten mümkün değil. Ama sıkıntılar karşısında panik, bitkinlik ve ümitsizlik gibi menf" hislere yenik düşersen benim çalışmalarım bozulur. Yoksa aktif sabır, gayret ve ümit içindeki sıkıntılar bana çok fazla zarar vermez. Bilhasa namazın ruhuna verdiği rahatlama ile birlikte yaptığın hareketler benim çalışmalarıma çok müspet tesir eder. Şimdi bana diyeceksin ki, "yine başladın mesaj vermeye!". Hasan! Beni ve senin diğer organlarını akılları durduracak bir mükemmellikte ve ahenkli bir sistem olarak yaratan Rabbimizi biraz olsun hatırına getirmemi çok görme. Senin basit gibi gördüğün tuvalet ihtiyacını biraz geciktirir de karnını ağrıtırsam veya colon kanseri sebebiyle karnında açılmış bir delikten, torbaya ihtiyaç giderenleri görünce, Rabbimi hatırlarsın ama değeri azalır. Şimdi sıhhatli iken tefekkür ederek hatırlarsan ve şükredersen hem daha fazla lezzet alırsın, hem Rabbim de nimetlerini artırır.
Aslında şu anda kendi hakkımda bildiklerimin ancak onda birini anlattım. Üzerimdeki bütün hikmetleri ve isimlerin tecellilerini anlatmaya kalksam, ne senin aklın alır, ne de benim o kadar ilmim vardır. Tabiatı ve sebepleri tamamen reddederek apaçık beni Yaratan'ı sana göstermek için bu kadarlık bir sohbet imkânını bana verdiğin için ayrıca sana teşekkür ederim Hasan!
Hasancığım! Beni anlaman için önce sana canlılara ait şu temel prensibi söyleyeyim: Bütün canlılık hâdiseleri ve tabiatta cereyan eden bütün hayat" fonksiyonlar, muhakkak bir enerji kullanımıyla yürütülür. Bir canlı sisteme enerji girmezse, hiçbir metabolizma faaliyeti ve hayat" fonksiyon yerine getirilemez. Tıpkı benzini olmayan bir otomobilin yürümemesi gibi. Otomobilin motoru, aküsü, karbüratörü vs. bütün kısımları tam ve sağlıklı olsa bile depoda benzin yoksa, veya benzin motora gelmiyorsa, bütün diğer milyarlık parçalar sağlam olsa bile o araba çalışmaz. Şimdi diyebilir misin, "benim arabamın elektronik beyni, aküsü, motoru, marj motoru vs. gibi çok mükemmel parçaları var, ama niçin çalışmıyor?". Diyemezsin, çünkü en temel özellik olan yakıt faktörü eksiktir. Aynen bunun gibi, bütün canlılar âleminde ve tabi" insan nev'inde de, sahip olunan binlerce hikmetlerle yüklü organların çalışması için önce yakıta ihtiyaç vardır. Yakıt veya enerji ise, gıda olarak aldığımız bitkiler ve hayvanlar tarafından bizim için üretilir. Fakat bizim için üretilmiş bu enerji, temel yapı taşları ve vitaminlerin depolandığı gıda maddelerinden, ağzımızdan vücut içine aldığımız şekliyle istifade edemeyiz. Bu gıda maddelerinin sindirim dediğimiz muameleden geçerek en küçük yapı taşlarına kadar parçalanması ve sonra da emilerek kanına geçmesi, yani yukarıdaki misale göre simsiyah ve koyu olduğu için otomobilinde yakamadığın ham petrolün, yanabilmesi için rafine olarak şeffaf ve uçucu olan benzine dönüşmesi gerekir. İşte benim vazifem de petrolden benzin elde edilmesi gibi, senin vücudunun ihtiyacı olan karbonhidrat, protein, yağ, vitaminler, mineral tuzları ve su gibi temel ihtiyaç maddelerini, gıdaların içinden rafine ederek senin hizmetine sunmaktır. Şayet ben bu işi yapmasaydım, ne mi olurdu? Eskiyen ve yıpranan hiçbir organın kendini tamir edemezdi, parmağını oynatacak gücü kendinde bulamazdın. Enerji ve temel yapı taşlarının yokluğundan dolayı bütün organların iflâs eder, bir müddet sonra da hep birlikte ölürdük. Anladın mı şimdi benim ne kadar mühim bir boru olduğumu?
İlk bakışta beni içi boş, yumuşak ve kaygan bir boru gibi görüyorsun ve bu yüzden de basitliğime hükmedebiliyorsun. Tabi" ki, bir kalb, akciğer, böbrek veya karaciğer gibi çok teferruatlı kısımlarım yok. Fakat bu hâlimle Yaratıcımız sanki şunu demek istiyor "Ben bazen ilk bakışta çok sanatlı olduğu anlaşılmayan, basit gibi görünen şeylerde o kadar harika sanatlar gizlemişim ve onlara o kadar mükemmel işler yaptırırım ki, çok daha sanatlı olanları ona muhtaç kılarım" veya "Ben dilersem sadelik içinde daha fazla sanatlar gizleyebilirim" gibi bizim hayret ve takdir hislerimize hitap etmektedir. Sizin bahçe sulamakta kullandığınız hortumlar kısa sürede bozulup, delinip koptuğu hâlde, benim dört ayrı kattan yapılmış duvarlarım bir hastalığa tutulmadığı takdirde bütün ömrün boyunca delinmeden hayatını sürdürür. Bu dört katlı duvarımın en dışı sağlam bir bağ dokusundan, altındaki kısım enine ve boyuna ayrı ayrı dizilmiş iki düz kas tabakasından, bunun altındaki kısım gevşek lifli bağ dokusu içine yayılmış bezlerden ve en iç tabaka ise esas emilme işleminin yapıldığı epitel dokusundan ibaret mukozadan müteşekkildir.
Şimdi gelelim hayatın temelindeki birinci fonksiyon olan sindirimle ilgili işleri nasıl yapabildiğime. Yine en başta şunu söyleyerek gurur kapısını kapayayım: benim bu işlere yetecek ne aklım, ne gücüm, ne de iradem vardır, ancak O'nun emir ve iradesi altında sadece bana emredilenleri uygulamakla mükellefim.
Basit bir hortum gibi görünen benim duvarlarımda öyle kompleks kimyev" işlemler olur ki, aklın durur. Her türlü maddeyi parçalayacak husus" enzimleri üretip iç boşluğuma salgılayan hücrelerimin her biri ayrı bir fabrika hükmündedir. Bu fabrikaların bir kısmında, proteinleri çeşitli peptid kademelerine parçalayan enzimler, bir kısmında peptidleri aminoasitlere parçalayan enzimler, bir kısmında karbonhidratları glikoza kadar parçalayan, bir kısmında yağları yağ asitlerine ve gliserine parçalayan enzimler üretilir. Bunların her birinin kendi içinde de özel tipleri vardır. Meselâ, meyve şekerini parçalayan enzim ile süt şekerini parçalayan enzim, nişastayı parçalayan enzim hep farklı tipteki enzimlerdir. Bu enzimlerin en iyi şekilde tesir etmesi için benim iç ortamımın da uygun bir pH derecesine sahip olması gerekir, çünkü enzimlerimin çok hassas çalışma şartları vardır. Meselâ bana gelmeden önce bu gıdaların uğradığı ikinci durak olan midendeki enzimler asitli bir ortamda (pH=2,5-3 arasında) çalıştığı hâlde, benim enzimlerimin çalışabileceği bir ortam meydana getirilmesi için, bazik sıvılar salınır ve bu kuvvetli asit ortam nötrleştirilir.
Mideden itibaren gıda artıklarının atıldığı son çıkışa (anüs) kadar olan benim boyum 8,5 metre kadardır. Ancak bu uzunluğumu kendi içimde ince ve kalın bağırsaklar olarak ikiye ayırmam gerekir. Bunun 7 m kadarı ince bağırsaklar, 1,5 m kadarı da kalın bağırsaklar olarak isimlendirilir. İnce ve uzun olan 7 m'lik kısım da kendi içinde yine üç bölgeye ayrılır. Mideden hemen sonra gelen, çok kısa (25-30 cm kadar) ve nispeten kalınca olan onikiparmak bağırsağı (duedonum) isimli başlangıç bölgeme, karaciğerinde yapılıp deterjan gibi iş görerek yağların parçalanmasını kolaylaştıran safra tuzları ve pankreasından gelen sindirim enzimleri dökülür. Bu enzimlerin tesiriyle biraz daha parçalanan gıdalar, ikinci kısmım olan jejunum ve üçüncü kısmım olan ileum'a geçerler. Bu iki kısmımı birbirinden pek kolay ayıramazsın. Jejunum'da kan dolaşımı çok daha yoğun olduğundan rengi daha kırmızımsı olup bu bölgenin kasılma hareketleri daha hızlı ve güçlüdür. İleum kısmım daha dar ve ince duvarlı, kan dolaşımı daha az, hareketleri daha sınırlı olup mezenter'imdeki yağ miktarı daha fazladır. Mezenter'in ne olduğunu merak ettiysen şöyle tarif edebilirim: Senin daracık karnının içinde benim karışıp düğüm olmamam ve kan damarlarının yerleşmesi için bir zemin oluşturduğu gibi beni bir arada tutarak vücut duvarına sağlam bir şekilde bağlayan zar şeklindeki ince bağ dokusuna mezenter denir. Mezenter içindeki ana kan damarı dallara ayrılır ve benim duvarlarımdan içeri geçerek en önemli işi gören kısımlarım olan villus'lerin içine kılcal damar ağı şeklinde dağılır.
Villus'lara halk arasındaki anlaşılacak tabiriyle memecikler diyebiliriz, benim iç duvarımın dantel gibi kıvrımlarından yapılmış olup, içimi halı gibi döşeyen villus'lar, en hayat" kısımlarımdır. Halının ipleri gibi olan bu küçük çıkıntıların sayesinde iç yüzeyim son derece genişlemiş olur. Eldiven parmağı şeklindeki bu memeciklerin içine, ilmi ve kudreti sonsuz Yaratıcımız, kılcal damar ağı ve lenf kanalcıklarını yerleştirmiştir. Gıdaları parçalayacak enzimleri salgılayan bez hücrelerimin dışında bazı bezlerin salgısı da, mide asidinin tahriş edici tesiriyle parçalanmaktan beni korur. Bazı hücreler, gıdaların kolayca geçmesi için kayganlaştırıcı ve koruyucu mukus maddesi salgılar. Villus'larımın sindirim enzimi salgılayan hücrelerinin dışında bazı hücreleri ise en son birimine kadar parçalanmış gıda maddelerini emerek kana geçirmeye yararlar.
Hasan! Bu kadar mükemmel bir organizasyonu nasıl olur da tabiat denilen şuursuz bir kavrama verirler anlamıyorum. Şu anlattıklarımda o kadar küll" bir ilim ve kudretin tezahürü var ki, insanın bazen aklı duracak gibi oluyor. Hem gıda maddelerinin özelliğini bileceksin, hem senin diğer organlarının ihtiyacını bileceksin, ona göre enzimler ve emme mekanizmasını ayarlayacaksın, hem bunları daracık bir sahaya sıkıştıracaksın, hem israfsız ve en ideal şekilde arızasız yapacaksın; Allah aşkına Hasan, bunlar kendi kendine olur mu?. Şimdi sana kalkıp da emme mekanizmamı anlatacak olsam, bu işi yapan minnacık hücrelerime (haşa) ilâhlık vermeye kalkışabilirsin. Her bir gıda molekülü için özel taşıyıcı moleküller ve sistem kuran Yaratıcım, bu milyonlarca memeciğin her birinin içine kan ve lenf yolu ismini alan iki taşıma mekanizması koymuştur. Kan yoluyla şekerler, aminoasitler, su ve tuzlar, doğrudan doğruya; lenf yoluyla da yağlar emilerek dolaylı olarak kana geçirilir. Emildikten sonra bu gıda maddeleri artık vücudunun malı olmuştur ve ihtiyaç içinde bekleyen bütün vücut hücrelerine kanla taşınır.
Peki, artıklar ne olacak? Yediğin her şey faydalı ve kullanılacak özellikte olmadığından, hattâ bir kısmı zehirli ve zararlı maddeler olduğundan, bir an önce dışarı atılmaları gerekmektedir. İnce kısımlarımda emilmeyen gıda artıkları henüz çok sulu durumdadır, böylece atılacak olsa, çok su ve mineral kaybı ile israf olacağından 1,5 metrelik kalın bağırsak kısmında, bu artıkların suyu ve bazı mineral tuzları emilerek koyulaştırılır. Kalın bağırsak denilen bölümüm de kendi içinde üçe ayrılabilir. İnce bağırsakla birleşen kısmıma körbağırsak (caecum-çekum) denir ve ucunda appendix bulunur. Bu kısım bazen iltihaplandığında apandisit denilen hastalık tablosu ortaya çıkar. Şişmiş, iltihaplı olan bu parçayı ameliyatla almadan tedavi olamazsın. Kimilerinin iddiasına göre bu parçam tarih öncesi çağlarda ataların sadece ot yediği için uzunmuş da, şimdi daha çok et yenildiği için kısalmış ve körelmiş bir kalıntı organmış da falan filan.. Bunların hepsi hikâye Hasan!. Yaratıcımız hiçbir şeyi boş ve abes yaratmamıştır.
Her şeye binlerce hikmet ve gaye yüklemiştir. Vazifesi olmasaydı, gereksiz olsaydı, yaratmazdı. Her şeyi yerli yerinde hikmetli yaratan Rabbim, appendix'i unutmuş olabilir mi? Nitekim daha sonra bir çok araştırıcı hekimler, bu parçamın ne kadar gerekli olduğunu gösterdiler. Lenfoid bir organ olarak, herhangi bir şekilde benim içime karışan mikroplarla mücadele için burada antikorlar üretilir. Zaten bu yüzden zengin bir damar ağına sahiptir. İşe yaramaz bir kısım olsaydı, bu kadar zengin damar ağına gerek olmazdı.
Kalın kısmımın diğer bölümleri colon (çıkan, enine ve inen olmak üzere üç bölümdür) ve rectum (veya sigmoid colon)'dur. Kalın kısmımın içini döşeyen mukoza oldukça düzdür. Artıkların kolayca atılmasını sağlamak için sümüksü bir salgı yapar. Kalın bağırsak kısmımda ayrıca çok bol miktarda faydalı bakteriler yerleştirilmiş olup, bu yaratıklar da senin ihtiyacın için çalışırlar. B12, tiamin ve riboflavin gibi B grubu vitaminleri ile K vitamini buradaki bakteriler tarafından sentezlenir. Gördün mü işler ne kadar hikmetli yürütülüyor?. Dışkı hâlinde dışarı atılması gereken artıkların bulunduğu en pis yerde bile hayat" vitaminler üretiliyor. Bilhassa K vitamini olmazsa kanın pıhtılaşma özelliği ortaya çıkamaz ve küçük bir damar zedelenmesinde kan kaybından ölürdün. Hiç aklına gelir miydi, kanalizasyon çukuru gibi görülen kalın bağırsağında hayat" vitaminler üretilsin? İşte Rabbimiz böyle hikmetli işler yapar!.
Hasan, şimdi de bu kadar uzun bir hortum gibi olan bir organın hareketleri nasıl düzenleniyor ve içindeki gıda maddeleri nasıl yürütülüyor ve en sonra da nasıl dışarı atılıyor diye merak edebilirsin. Kısaca izah edecek olursam, senin beyninin irad" işleri yürüten kısmının bu işlerden hiç haberi bile olmaz. Zaten haberi olsa karıştırır ve hep benimle meşgul olacağından başka işleri yapamazdı. Otonom sinir sisteminin kontrolü altında benim duvarlarımdaki düz kaslar dalgalar hâlinde yavaş yavaş kasılır ve buna sağılım (peristalsis) hareketi denir. Bana gelen sinir lifleri sempatik ve parasempatik olmak üzere iki tiptir. Sempatik sinirler beni baskı altında tutarak yavaşlamaya zorlarken, parasempatik lifler benim hareketimi teşvik edici tesir yapar. Böylece iki zıt tesir arasında dengeli bir çalışma tutturmaya gayret ederim. Bu hareketle içimde ilerlettiğim artıklar koyulaşa koyulaşa atılacak kıvamı aldığında, rektum kısmıma gelir ve burasının duvarları gerilmeye başlayınca içimdekileri atmak için seni rahatsız ederim. Bundan sonra senin iraden de kısmen işe karışır. Benim içimdeki artıkları en az günde bir defa belli aralıklarla dışarı atman gerekir. Dünya işlerine kendini çok kaptırır da unutur veya ihmal edersen, zaman geçtikçe içimdeki artıklar katılaşır ve sonra seni çok zorlarım. Bugün birçok kişinin başına dert olan kanser bilhassa benim kalın (colon) ve son kısmımda (rectum) çok sık ortaya çıkar. En büyük sebebi de etli ve yağlı gıdaları çok alıp, hareketsiz hayat sürmenizle birlikte stresin sebep olduğu benim çalışmamda ortaya çıkan bozukluktur. Benim iyi çalışmamı istiyorsan bol selülozlu, yani nebat" gıdalar almalısın ve huzurlu bir hayat sürmelisin. Benim üzerimdeki sinir ağı o kadar zengin ve komplekstir ki, hayret edersin. Dolayısıyla her türlü değişikliğe karşı çok hassas bir yapım vardır. Biraz sıkılıp, üzülsen ve çok fazla strese girsen, yahut hayat sürme tarzında biraz değişiklik olsa, hemen bende kasılmalar başlar. Siz bu duruma "bağırsak tembelliği", spastik kolon, irritabl kolon gibi isimler veriyorsunuz. Bu durumlarda dışkıları atamam ve içimde kalan zehirli artıklar, benim iç duvarlarımı tahriş etmeye başlar ve sonunda da kanser riskinin artmasına sebep olur. Onun için sabahları aç karnına bir bardak ılık su içmeyi, yemeklerini günün hep aynı saatlerinde yemeyi alışkanlık hâline getir. Hepsinden önemlisi taze yeşil sebzeleri sofrandan eksik etme ve mümkün olduğunca zeytin yağı dışında yağ kullanma, et yemeyi azalt, yersen bile yeşilliğin içinde etin miktarı az olsun.
Haaa!.. Bir dakika, en önemli nasihati unuttum! Ruh" bakımdan dengesiz isen bütün hepsi boşuna gider. Huzurlu bir ruh atmosferinde yaşamalısın. Bu demek değil ki, hiç sıkıntın ve üzüntün olmayacak, imtihana maruz kalmayacaksın. İnsan olduğun için bu zaten mümkün değil. Ama sıkıntılar karşısında panik, bitkinlik ve ümitsizlik gibi menf" hislere yenik düşersen benim çalışmalarım bozulur. Yoksa aktif sabır, gayret ve ümit içindeki sıkıntılar bana çok fazla zarar vermez. Bilhasa namazın ruhuna verdiği rahatlama ile birlikte yaptığın hareketler benim çalışmalarıma çok müspet tesir eder. Şimdi bana diyeceksin ki, "yine başladın mesaj vermeye!". Hasan! Beni ve senin diğer organlarını akılları durduracak bir mükemmellikte ve ahenkli bir sistem olarak yaratan Rabbimizi biraz olsun hatırına getirmemi çok görme. Senin basit gibi gördüğün tuvalet ihtiyacını biraz geciktirir de karnını ağrıtırsam veya colon kanseri sebebiyle karnında açılmış bir delikten, torbaya ihtiyaç giderenleri görünce, Rabbimi hatırlarsın ama değeri azalır. Şimdi sıhhatli iken tefekkür ederek hatırlarsan ve şükredersen hem daha fazla lezzet alırsın, hem Rabbim de nimetlerini artırır.
Aslında şu anda kendi hakkımda bildiklerimin ancak onda birini anlattım. Üzerimdeki bütün hikmetleri ve isimlerin tecellilerini anlatmaya kalksam, ne senin aklın alır, ne de benim o kadar ilmim vardır. Tabiatı ve sebepleri tamamen reddederek apaçık beni Yaratan'ı sana göstermek için bu kadarlık bir sohbet imkânını bana verdiğin için ayrıca sana teşekkür ederim Hasan!
Organların Dili
- Ben Hasan'ın Akciğeriyim
- Ben Hasan'ın Bağırsağıyım
- Ben Hasan'ın Bağışıklık Sistemiyim
- Ben Hasan'ın Böbreğiyim
- Ben Hasan'ın Burnuyum
- Ben Hasan'ın Derisiyim
- Ben Hasan'ın Diliyim
- Ben Hasan'ın Gözüyüm
- Ben Hasan'ın İç Salgı (Hormon) Sistemiyim
- Ben Hasan'ın İskeletiyim
- Ben Hasan'ın Kalbiyim
- Ben Hasan'ın Karaciğeriyim
- Ben Hasan'ın Kas Sistemiyim
- Ben Hasan'ın Kulağıyım
- Ben Hasan'ın Midesiyim!...
- Ben Hasan'ın Pankreasıyım
- Ben Hasan'ın Sinir Sistemiyim
- Hasan Şükrediyor
- Sevgili Hasan -Sayılarla İnsan-