Ben Hasan'ın İç Salgı (Hormon) Sistemiyim

Hasan!.. Artık sana kendisini anlatacak organ ve sistemlerin sonuna yaklaşmış bulunuyoruz. Yaratıcımız olan Allah'ın mührünü kendi üzerinde gören organların, sergilemiş olduğu sanatın güzelliklerini ve inceliklerini seslendirerek Rabbimizin isimlerine tercüman olduklarını haykırdılar. Böylece hem seni bilgilendirdi, hem de tabiat ve sebeplerin bir şey yaratamayacağını nazara vererek şirk ve inkâra düşebilecek kimseleri ikaz etmiş oldular. Kendisini anlatan her bir organ, vücut sistemi içindeki vazifesini nasıl yerine getirdiğinden, yapısındaki mükemmelliklerden bahsetti. Her organını bir müzik âleti gibi kabul edersen, bu güne kadar tek tek bu âletlerin nasıl çalıştığını öğrenmiş oldun. Fakat müzik âletleri tek tek çok mükemmel ve sanatlı da olsalar, onların gerçek değeri ancak birlikte teşkil ettikleri orkestranın verdiği konserin mükemmelliği ile anlaşılabilir. Senin vücudun da içinde yüzlerce enstrümanın çaldığı orkestraya benzetilebilir. Organların mükemmel yapısı yanında asıl mühim olan, hepsinin birlikte arızasız bir şekilde çalışmalarıdır. Orkestranın her hangi bir sanat eserini kusursuz icra edebilmesi ise, bütün müzik âletlerinin hem birbirine, hem de besteye ve notalara uyumlu olarak çalınmasına bağlıdır. Bu işi yapan ise orkestranın şefidir. Orkestra şefinin her hareketini kollayan enstrümanları, kullanan kimseler, gerektiğinde beklemeyi, gerektiğinde yüksek sesle veya hafif tonda ses çıkarmayı veya aniden sesini yükseltmeyi onun hareketlerine göre ayarlarlar. Böylece kusursuz bir konser icra edilir.

Senin vücudunda iş gören organlar da, uyumlu ve ahenkli çalışmaları için orkestra şefi mesabesinde bir sisteme ihtiyaç duyarlar. Vücudundaki faaliyetlerin günlük ihtiyaçlarına göre belli bir ahenk ve nizâm içinde sürdürülebilmesi için iş gören bu "düzenleyici sistem"in iki alt birimi vardır. Bu işler için vazifelendirilmiş olanlardan birisi "beyin ve sinir sistemin", diğeri ise benim. Benim adım "iç salgı sistemi" veya "hormon sistemi"dir. Aslında kendimden "ben" olarak değil, "biz" olarak bahsetmem gerekir, çünkü bir sistem olarak, çok sayıda organ birlikte iş görüyoruz. Hepimiz birbirimizin hareketine ve yaptığı işe dikkat ederek, kendimizi sistemin bütünlüğü için ayarlayarak kontrol ederiz. "Beyin ve sinir sistemin" hepimizin üzerinde bir pozisyonda, genel kontrol merkezi olmakla beraber, kontrol ve düzenleme işini o da tek başına yürütemez ve bizim faaliyetlerimize ihtiyaç duyar.

Vücudunun hayatiyetini sıhhatli bir şekilde sürdürebilmesi için uymak mecburiyetinde olduğu en temel prensip; "değişen çevre şartlarına uygun cevaplar verilerek, iç ortamının dinamik bir denge içinde sabit tutulmaya çalışılmasıdır" (homeostazi). İç ortamın sabit tutulması için, önce dış dünyadaki değişikliklerden haberdar olunması gerekir ki, bu işi daha önce sırayla kendilerini anlatan duyu organların yapmaktadır. Dış dünyanın değişiklikleri hakkında duyu organlarının getirdiği sinyaller, beyin ve sinir sistemin tarafından değerlendirildikten sonra, metabolik süreçlerde uygun cevapların üretilmesi için ilgili organa haber verilir ve böylece bozulmak üzere olan hâdiseye müdahale edilerek dengenin korunması sürdürülür. Büyüme, gelişme ve üreme ile alâkalı bütün faaliyetler yürütülürken aynı zamanda iç ortamın değişmez tutulması (homeostazi) da gerekir. İşte bütün bu faaliyetlerin aksamadan yürütülmesi için iç salgı bezleri adı verilen kendileri küçük, fakat tesirleri çok büyük ve hayatî olan organcıklar vazifelendirilmiştir.

İç salgı sistemimi teşkil eden organcıklarının başında, hepsinin komutanı mesabesinde bulunan ve beynin yapısı içine girmiş bir şekilde yerleştirilen hipofiz bezin gelir. Benim sistemime dahil olan diğer iç salgı bezlerin ise, tiroid, paratiroid, böbreküstü bezi (adrenal bez), epifiz, pankreas, timus, testis (husyeler), ve ovaryum (yumurtalıklar)'dur. Şimdi, bu küçük fakat mühim organcıklarım sırayla kendilerinden bahsederek ne kadar mükemmel bir program dahilinde ve çok hassas bir denge içinde çalıştıklarını gösterecekler. Onların anlattıklarından gerekli mesajı almak ise sana düşüyor.

Bütün dokularda belli bir hormona cevap veren hususî alıcı molekül grupları bulunur. Bu özel alıcı molekül gruplarını taşıyan hücreler, kendilerini hedef olarak görmeye programlanmış hormonun tesiriyle, kabiliyeti olan hususî işi yapmaya başlar. İç salgı bezlerimin başlıca fonksiyonları; büyümeyi ve gelişmeyi sağlamak, neslin devamı için gerekli üreme süreçlerinin âhenkli bir şekilde düzenlenmesi ve vücuttaki fizyolojik süreçlerin nispeten sabit sayılabilecek bir ortamda yürütülmesidir. Zannederim, bu salgı bezlerimi dinleyince Yaratıcımız'a olan hayret, hayranlık, sevgi ve haşyet gibi hislerin coşacaktır. İşte şimdi sahneye hipofiz geliyor:

Benim adım Hipofiz!: Bütün bezlerinin komutanı olarak vazifelendirildim. Bu yüzden de beyninin alt kısmında çok muhkem bir yere saklanmış durumdayım. Nohut büyüklüğünde birkaç gram ağırlığında cismi çok küçük, fakat marifetleri çok büyük bir organım. Benim iki kısmım vardır. Ön lobum (adenohipofiz) hormonların çoğunu salgılar ve Yaratıcımız tarafından bu hormonlarıma diğer iç salgı bezlerinin salgı faaliyetlerini yönlendirecek hususiyette anahtar roller verilmiştir. Meselâ tyrotropin hormonu tiroit bezine tesir edecek ve salgı yapmasını uyaracak şekilde ayarlanmıştır. Tyrotropin salgımdaki dengesizlik daha aşağıda kendisini sana anlatacak olan tiroid bezinin çalışmasını bozar. Fazla salgılanırsa hipertiroidi, az salınırsa hipotiroidi hastalıkları ortaya çıkar. Her ikisinde de vücudunun metabolizmasında bozukluklar kendini gösterir. Adrenocorticotrop hormon böbreküstü bezinin (adrenal bez) kabuk bölgesinin faaliyetlerini ayarlamak üzere yaratılmıştır. Follikül uyarıcı hormon, hanımlardaki cinsiyet hormonlarından olan östrogenin yumurtalıklardan salgılanmasını düzenlediği gibi, erkeklerde sperm hücrelerinin ve yine hanımlardaki yumurta hücrelerinin olgunlaşmasına da tesir ederek insan neslinin devamı için gerekli fizyolojik faaliyetlerin sürdürülmesinde çok önemli bir iş görür. Lutein yapıcı hormon da östrogenle birlikte diğer cinsiyet hormonları olan (progesteron ve testosteron) salgılanmasını uyarır.

Sen doğduğunda 50 cm boyundayken, bugün 180 cm boya eriştin. Hem boyun uzadı, hem de el ve ayakların, bu arada başın ve gövden de bu uzamaya mütenasip bir şekilde irileşti. Senin bu şekilde, yaşına uygun olarak büyümeni kontrol eden önemli bir salgım da somatotropin hormondur. Eğer herhangi bir sebepten çalışma dengem bozulsa ve bu hormonum az salgılansaydı cüce kalırdın, veya bazı uzuvların vücudunla uyumsuz ve ölçüsüz şekilde kısa kalırdı. Aşırı şekilde salgı yapsaydı, o zaman da ölçüsüz büyüme neticesinde devlik hastalığına (gigantizm) tutulurdun. 'Olsun, keşke devlik hastalığı olsaydım!' deme. Çünkü bu durum normal bir hâl değildir, 'dev'lik hastalığıyla birlikte birçok kalb ve tansiyon problemi, kas zayıflıkları, bağışıklıkla ve genel metabolizma ile ilgili birçok problem de görülür. Anne adayı hanımların süt bezlerinin gelişmesini sağlayan prolaktin hormonu ile derinin rengini veren pigment hücrelerini uyaran melanosit uyarıcı hormon da yine ön lobumdan salgılanırlar, ama bu iki hormonun diğer iç salgı bezleri ile bir münasebeti yoktur. Melanosit uyarıcı hormonumun ön maddesi olan lipoprotein molekülü, aynı zamanda encephalin ve endorfin adı verilen tabiî morfin maddelerinin sentezlenmesini sağlar. Bu iki maddeye fıtrî uyuşturucular da diyebilirsin. Bu maddelerin salgılanması sayesinde birçok fizikî acıya katlanabilirsin. Atın üzerinde ayağı kesilip koptuğu halde farkına varmayan, bıçak karnına girdiği halde hissetmeyen kahramanların bu acıları hissetmemelerinin altında yatan maddî sebep, bu hormonların yaralanma anında çok bol miktarda salgılanmalarıdır. Ancak bu hâdisenin manevî cephesi, iman, ihlas ve teslimiyette gizlidir. Zaten benim bütün hormonlarımın salınmasının, sinir sistemin ve ruh dünyan ile çok yakın alâkası vardır. Bilhassa asrımızda çok kötü bir hâl alan cinsî bozukluk ve sapıklıkların... Çocukluktan itibaren yanlış terbiye ve yetiştirilme, yanlış arkadaş seçimi sonucunda beyindeki şartlanmalarla hormonlarımın dengesi bozulur ve cinsiyet hormonlarının bozukluğu da davranışlara tesir eder.

Davranış değişiklikleri, ruhî dengeleri bozarak nefsi kötülüklere iter. Onun için çocukların küçük yaşlarda cinsiyetlerine uygun kimlik kazanmaları hususunda çok dikkat etmek ve beyinlerini yaratılışlarına göre şartlandırmak gerekir.

Beynin hipotalamus kısmında yapılmasına rağmen benim arka lobuma (neurohipofiz) gelen ve burada depolandıktan sonra salgılanan iki hormondan biri oksitosin, diğeri ise vasopressin olarak da bilinen antidiüretik hormondur. Oksitosin düz kasları çalıştırır, bilhassa doğum için rahimde kasılmaları ve süt kanallarının kasılarak salgılamarını uyarır. Vasopressin kan damarlarının daralmasını, kan basıncının yükselmesini ve böbreklerden suyun kana geçişini artırarak idrar üretimini azaltır. Böylece sıcak ve kurak durumlarda fazla su kaybını önlemiş olur. Bu hormonun eksikliğinde şekersiz diyabet olarak bilinen bir hastalık ortaya çıkar ve su metabolizması bozulmuş olur. Benim daha çok anlatacak güzelliklerim var ama, bütün iç salgı bezlerinin reisi olma gibi bir pâye verildiği için başkalarının hakkına tecavüz etmeden çekileyim ve yerimi tiroide bırakayım.

Benim adım Tiroid!: Hasan, senin boyun kısmında gırtlağının hemen altında, nefes borunun iki yanında yer alan, birbirine ince bir doku ile bağlı iki parça halinde bulunuyorum. Benim içimde follikül adı verilen çok sayıda küçük kesecikler vardır ve bu keseciklerimin etrafı çok yoğun kılcal damarlar ile sarılıdır. Bu keseciklerin içindeki boşlukta benim hücrelerim tarafından Rabbimizin programladığı şekilde üç önemli hormon yapılır. Bunlardan ikisi iyotlu olan tiroksin ile triyodotironin, diğeri ise kalsitonindir. Benim hormonlarımın çok fazla önemli tesiri vardır. Vücudunun genel çalışma performansı ile alâkalı olarak bütün hücrelerinin oksijen sarfiyatını, yani metabolizma hızını ayarlamak için Rabbim benim gibi küçücük bir et parçasının hormonlarını vazifelendirmiş. Ayrıca dolaşımdaki kolesterol seviyesini de düşürerek ayarlarım. Benim bu iyotlu hormonlarım çocuklardaki gelişim için şarttır. Eksik olursam gelişme geriliği, cücelik ve zekâ geriliği gibi istenmeyen durumlar ortaya çıkarırım. Toprakta veya suda yeterince iyot yoksa, hormon üretmekte zorlanırım ve bu açığı kapatmak için çok çalışmaya başlarım ve dayanamayıp şişerim. Bu duruma guatr hastalığı adını koymuşlar. Aşırı hormon salgıladığımda gözlerin dışarı doğru patlak bir hal alır, bu duruma da egzoftalmik guatr veya Basedow hastalığı denir.

Bu iyotlu hormonlarım ile reisimiz hipofizin salgıladığı uyarıcı tyrotropin hormonu karşılıklı olarak birbirimizi kontrol ederiz. Tembellik eder de salgı yapmayı yavaşlatırsam hipofiz hemen beni uyarır. Fazla salgı yaparsam, bu sefer de hemen hipofiz uyarmasını keser ve sakinleşmemi bekler. Ne kadar mükemmel bir sistem değil mi? Sadece bizim aramızda değil, hipofiz ile diğer bütün sistemler arasında bir geri-besleme, yani birbirini karşılıklı kontrol etme sistemi vardır. Hipofiz nohut kadar bir organ, bizler de küçük birer et parçası olduğumuz halde yaptığımız işlere bak Hasan! Hiç tesadüf parmak karıştırabilir mi? Neyse, çok uzattım ama, son olarak bir de kalsitonin'den bahsedip bitireyim. Bu hormonum da kan serumundaki kalsiyum seviyesini ayarlamakla meşgul olur. Hiç de öyle kolay bir iş değildir. Bütün kemiklerinin hayatiyeti ve doğru yapılması için bu hormonum şart, aksi taktirde kemiklerin boşalır ve kendiliğinden kırılacak hâle gelir.

Benim adım Paratiroid!: İsmimden de anlayacağın gibi (para=yakınında mânâsına gelir) tiroidin yakınında hemen arkasında 4 adet küçük parçacık hâlinde bulunuruz. Zaten birkaç temel fonksiyonumuzun dışında daha bilinmeyen işlerimiz de var. İskelet kemiklerin ile kanın arasındaki kalsiyum miktarını hassas bir şekilde ayarlamak birinci işimdir. Ayrıca fosfat ve magnezyum metabolizmasında da söz sahibiyim. Bu işleri yapmak için bana verilen vazife parathormon isimli bir hormonu üretmektir. Tabiî ki bunun kimyevî yapısını ben bilemem, ama öyle programlanmışım, aksatmadan vazifemi yapmaya çalışıyorum. İdrardaki fosfat ve kandaki kalsiyum seviyeleri ölçüldüğünde benim iyi çalışıp çalışmadığım anlaşılabilir. Kanında kalsiyum azalması sinirlerinin uyarılmasını kolaylaştırdığından kas spazmları, çırpınmalar ve kimi zaman bunamayla ortaya çıkan tetanik kasılmalara sebep olur. Kalbinin ve kaslarının sıhhatli çalışması kalsiyuma çok bağlıdır. Magnezyum ayarlanmasında da rolüm olduğu söylenmektedir. İleride daha kim bilir ne marifetlerimi öğreneceksiniz Hasan! Ama şimdilik bana da müsaade!

Benim adım Böbreküstü bezi (Adrenal bez)!: Her birimiz iki böbreğinin üzerine yerleştirilmiş üçgen şeklinde 5 cm uzunluğunda, 2,5 cm genişliğinde ve 0,5 cm kalınlığında 4,5 g kadar ağırlığımız olan iki kardeşiz. Sakın ola ki, cismimize bakıp da bizleri küçümseme. O kadar hayatî işler yapıyoruz ki, aklın durur. Yapı olarak bir öz veya iç bölgemiz (medulla), bir de bunun üzerinde kabuk (korteks) bölgemiz bulunur. Bu iki bölgemiz; hem meydana geldikleri embriyonik tabakanın orjini, hem yapıları, hem de yaptığımız işler bakımından çok farklıdırlar. Fakat Rabbimiz bizi içiçe yerleştirmiş. İç bölgemin salgıladığı iki önemli hormon adrenalin ile noradrenalin (epinefrin ve norepinefrin olarak da bilinir)'dir. Adrenalin salgım karaciğerindeki glikojenin kan şekerine (glikoza) dönüşmesini hızlandırır, böylece enerji ihtiyacın için kanında şeker artar, kalb kasılmalarının hızını ve gücünü artırıp, çevredeki kan damarlarının çapını daraltıp, kan basıncının yükselmesine sebep olur. Akciğerlerinin ince bronşlarını da açarak daha bol oksijen almanı sağlarım. Bu saydığım işler; heyecanlandığında, birisiyle kavga ettiğinde veya bir tehlikeye maruz kaldığında, farkında olmadan bedeninin kendini koruması için, bu hormonumu hızlı şekilde artırışımla ortaya çıkar. Salgılarımın % 80 kadarı adrenalin, % 20 kadarı ise noradrenalindir. Noradrenalinin tesirleri de adrenaline benzer, ancak kalb ve metabolizma üzerine tesiri adrenaline göre daha hafiftir.

Steroit tipi hormon salgılayan kabuk bölgemden ise aldosteron, kortizol ve bazı androgenler (erkeklik hormonları) salgılamaktır. Aldosteron vücudun su ve tuz (bilhassa sodyum ve potasyum metabolizmasını) dengesini düzenler. Kortizol, çok aç kaldığında, proteinlerin parçalanarak şeker (glikoz) ihtiyacının karşılanmasından, iltihaplanmaların önlenmesinden ve alerjilere engel olmaktan sorumludur. Erkeklik hormonları, testislerin (husyeler) dışında tarafımdan da salgılanır. Androgenler ne işe yararlar? Erkekliğe ait ses kalınlaşması, sakal, bıyık çıkması ve vücudun kıllanması gibi hususiyetler androgenlerin tesiriyle olur. Ben az miktarda üretirim. Esas olarak bu hormonu testisler üretir. Kadınlarda yaşlılık dönemlerinde sesin kalınlaşması ve kıllanmalar da, onlarda testis olmadığı halde salgıladığım az miktardaki androgen sebebiyledir.

Benim adım Epifiz (Pineal bez)!: Beyninin arabeyin (diencephalon) bölgesinin tavanından gelişen çok küçük bir bezim. Vazifemi henüz tam olarak bilemiyorsunuz. Bilindiği kadarıyla melatonin hormonu üretiyorum. Bu hormonum derinize rengini veren kahverengi veya siyahımsı renkte olan pigmentin (melanin) melanofor denilen özel deri hücrelerinde yoğunlaşmasını veya seyrelmesini sağlar. Böylece mevsimlere, gün uzunluğu ve kısalığına göre; ışık şiddetini hissedip, ona göre renginizin koyulaşıp açıklaşması temin edilir. Ayrıca beyninizdeki biyolojik saat olarak, senin uyku ve uyanıklık, çeşitli organlarının günün belirli saatlerindeki farklı çalışma periyotlarının da vasıtamla kontrol edildiği düşünülmektedir.

Benim adım Erbezi (Testis veya Husyeler)!: İnsan neslinin devamı için bir vesile olarak Rabbim bizleri yaratmış. Yumurta biçiminde her birimiz 25 g ağırlığında karşılıklı olarak bir torba içine yerleştirildik. Her birimiz bağ dokusundan bir kılıfla sarılı olarak korunuyoruz ve bu kılıf aynı zamanda bizim içimize uzanarak 200-400 kadar lopçuğa bölünmüştür. Her bir lopçuk ise ince kıvrımlı borucuklardan ibarettir. Üreme hücreleri olan ve senin genetik programından bir takımını taşıyan spermler bu borucukların içinde üretilir. Ergenlik çağına geldiğinde, hipofizin uyarmasıyla bizler bir tür androgen (erkeklik hormonu) olan testosteron ile birlikte sperm üretmeye başlıyoruz. Testosteron senin erkek gibi görünmen ve dış görünüş bakımından da kadınlardan ayrılman için gerekli karakterlerin ortaya çıkması için gereklidir. Spermlerin meydana gelmesi ise mayoz bölünme denilen özel bir hücre bölünmesini gerektirir. Bu borucukların duvarını yapan tabandaki spermatogonium denilen 46 kromozomlu (23 tanesini annenden, 23 tanesini babandan aldığın) hücrelerden, bir seri bölünme ve kromozom hareketleri (krossingover) neticesinde yeni özelliklere sahip hücreler meydana gelir. Bir spermatogonium'dan, her birinde 23 kromozom bulunan dört sperm meydana gelir. Birbirinden farklı bu spermlerin herbiri, sana ait çok çeşitli karakterlerin bir mozaik deseni gibidir. Böylece üretilen milyarlarca spermin hiçbiri birbirine tam olarak benzemez. Bunun sebebi, mayoz bölünme esnasında homolog kromozomlar adı verilen (anne ve babandan aldığın) eş kromozomların karşılıklı dizilişlerinden doğan parça alışverişleri olmasıdır. Meselâ bir sperminde senin burnunun babandan gelen özelliği ile kulağının annenden gelen özelliği yan yana geldiyse, başka bir spermde parmaklarının babandan gelen karakteri ile gözünün annenden gelen bir karakteri bir araya gelebilir. Binlerce karakterin bu şekilde harmanlandığını düşündüğünde, ne kadar bol çeşitlilik potansiyeline sahip olduğunu anlarsın. Herkes için mahrem olan, içimde üretildikten sonra dışarı çıkan pis kokulu bir su yüzünden sana gusûl abdesti aldıran benim gibi bir organa, Allah (cc) insanlığın devamı gibi bir vazifeyi, binlerce hikmetle sarıp sarmalayıp sana hediye etmiştir.

Benim adım Yumurtalık (Ovarium)!: Sevgili Hasan! Benim vazifelerim hanımefendilerle ilgili. Onun için, "Ben Ayşe'nin..." diye başlamam gerekir. Nasıl testisler erkeğe ait ise, yumurtalıklar da kadınlara ait hususî organlar olarak, insan neslinin devamı için vazifenin yarısını üzerimize almış bulunuyoruz. Bizler Ayşe'nin karın içinde ve bel hizasında sağlı sollu 4 cm boyunda, 2 cm eninde, 1,5 cm kalınlığında, 4-8 g kadar ağırlıkta iki organız. Ayşe daha kendisi doğmadan bizim içimizde olgunlaşmamış 150 bin ila 500 bin kadar yumurta bulunur. Bu yumurtaların içinde bulunduğu kesecikler, çocukluk döneminde devamlı olarak bozulup parçalanır ve genç kızlık döneminde her bir yumurtalıkta ortalama olarak 35.000 kadar kalır. Doğurganlığın sürdüğü 13-50 yaşları arasında da ancak bunların 300-500 tanesi olgun yumurta hâline gelir. Ergenlik çağının başlamasını, benim salgıladığım östrogen ve progesteron hormonlarıyla anlarsınız. Östrogen salgım kadınlığa ait özelliklerin belirginleşmesini sağlarken, progesteron da, sperm ile birleşerek yeni bir yavruya dönüşecek olan döllenmiş yumurtanın, rahim içine (uterusa) yapışıp tutunmasını gerçekleştiriyor. Her ay (ortalama 28 günde) ürettiğim yumurta sperm ile birleşmezse, bir müddet sonra bozulur ve rahim içindeki doku artıklarıyla birlikte dışarı atılır. Bir süre sonra yeni bir yumurtam olgunlaşarak, kaderine yazılmış bir spermi beklemeye başlar. Yumurtalarımın içindeki kromozom değişikliklerinin ve sayının yarıya inmesi ile ilgili olayların esası, aynen spermlerin gelişmesindeki gibidir. Sadece bir fark var ki, spermatogonium'ların bir tanesinden dört sperm oluştuğu halde, yumurtamı oluşturacak olan ana hücreden (Oogonium) sadece bir yumurta oluşur ve diğer üçü bozulur. Eğer böyle olmasaydı, binlerce döllenmeye hazır yumurta sahibi olurdun. Fakat vücudun bunları besleyip korumaya uygun olmadığı için Rabbim bu mekanizma ile yumurta sayısını azaltarak seni çok fazla sıkıntıya sokmamış.

* * *

İki organdan daha bahsetmem gerekecek. Bunlardan birisi olan Pankreas daha önce (bak. Sızıntı: Sayı 258) kendisini anlatmıştı. Hatırlayacağın gibi, pankreas karma bir bezdir. Açık bez olarak sindirim enzimlerini salgılar, iç salgı bezi (kapalı bez) olarak ise karbonhidrat metabolizması ile alâkalı insulin ve glukagon hormonlarını salgılamasından bahsetmişti. Çok kompleks bir organ olduğundan kendisine hususi bir yer ayırmıştık ve o da geniş olarak kendinden bahsettiği için meseleyi daha önceki sayılara havale ediyoruz.

Kimsenin dikkatini pek çekmeyen ve bağışıklık sistemine dahil olmakla beraber, iç salgı sistemi içinde de incelenen diğer bir organ ise timus bezidir. İleride bağışıklık ve lenf sistemi (kendisi anlatma lüzumu duyarsa), senin göğüs kemiğinin arkasında, kalbin ile aynı seviyede yer alan bu bezin de vazifelerinden bahseder. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, timus'un en önemli vazifesi, hastalık mikroplarına veya vücuda yabancı her türlü doku veya kanserli hücrelere karşı bağışıklık sisteminin çok hususî askerleri olan T lenfositleri ve özel antikorlar üretmektir. Çok sırlı ve kompleks yollardan geçerek üretilen antikorların ve bağışıklık sisteminin diğer organlarında üretilen hususî lenfositlerin timustan geçerken farklılaşması ve yeni özellikler kazanması ile ilgili bazı hormonal salgıları üretiği için timus iç salgı sisteminden sayılmıştır. Hangi sistemden sayılırsa sayılsın timus, diğer organların aksine, bilhassa embriyonken ve doğumdan hemen sonra en büyük halindedir. Daha sonra gittikçe küçülür ve vazifesi azalır. Ergenlik dönemiyle birlikte küçülüp büzüşmeye başlar, hayatın sonuna kadar yavaş yavaş küçülür. Çocuklukta büyük olmasının sebebi de, her gün yeni yeni tanışılan mikroplara karşı özel antikorlar üretmesi gerektiği içindir.

İç salgı sistemi olarak çok sayıda organım kendini anlattığı için, Hasan'dan farklı yönüyle Ayşe'nin özel durumu da işin içine girince, biraz uzatmış oldum. Bugün hep küçük organlardan bahsettim. Ancak gördüğün gibi çok küçük organlarda pek büyük sırlar ve hikmetler gizli. Ayrıca hepsi birbirinin yaptığı vazife ile alâkalı olarak, hipofiz başta olmak üzere birbirlerini kontrol edecek şekilde ayarlanmışlar. Herhalde bu kadar muhteşem bir hormon sistemi ile vücut faaliyetlerinin mükemmel bir şekilde idare edilmesini; kendi kendine olmuş veya tesadüfen evrimle oluşmuş gibi bir mantıkla izah etmesini, ne Hasan'dan ne de Ayşe'den kimse beklemiyor, değil mi?