Ben Hasan'ın Akciğeriyim

Hasan Bey kardeşim!...
Önce sen arkana bir yaslan, ben de şöyle bir genişleyeyim ki, içime biraz daha fazla hava dolsun. Benim içime ne kadar fazla hava dolarsa senin beynin o kadar rahat çalışır ve dediklerimi daha iyi anlarsın. Ne alâkası mı var? Hiç alâkası olmaz olur mu Hasan! Senin vücudundaki her organının her şeyle, hattâ bütün kâinatla alâkası var. Senin beyninin çalışması için şekere, bu şekeri yakarak sinir hücrelerine enerji sağlamak için de oksijene ihtiyacın var. Oksijeni de havadan alarak kanına geçmesini sağlayan organ olan ben "Akciğer", sana bugün kendimden bahsedeceğim. Aslında kendinden bahsetmek iyi bir şey değil, ama benim yaptığım kendinden bahsetmek sayılmaz. Ben sadece O'ndan bahsetmek istiyorum, yani beni yapacağım işe uygun ve en mükemmel şekilde yaratana ayna oluyorum. Dolayısıyla gurura ve kibire kapılacak birşeyim zaten yok. Herşey O'na ait; sahip olduğum, sizin ilminizin yetişemediği, üzerimdeki bütün ince sanatlar ve hususiyetler hep O'nun, yani Rabbimizin malı, senin hayatını sürdürmen için beni vazifelendirerek senin vücuduna yerleştirmiş.

Kaburgaların ve göğüs kaslarınla çevrilerek yapılmış göğüs kafesinin içine, sağlı sollu iki hava torbası veya daha doğru bir ifadeyle iki körük gibi yerleştirilmişim. Üst taraftan nefes borusuyla boğazının yutak bölgesine bağlanırım, alt taraftaki karın içi organlardan da kaslı bir perde olan diyaframla ayrılırım (Resim 1).

İlk nefes alışımı sen hemen doğar doğmaz yaptım ve hiç durup dinlenmeden hâlâ devam ediyorum. Sen uyurken bile ihtiyacın olan oksijeni yetiştirebilmem için, beyninin arka kısmındaki (medulla oblongata'da) solunum merkezinden otomatik olarak aldığım komutlarla hareket ederim. Çok yakın mesai arkadaşım kalb, benden çok daha önce, sen henüz anne karnında bir aylıkken çalışmaya başlamıştı, ben o zaman istirahat ediyordum ve zaten tam da teşekkül etmemiştim. Anne karnındayken senin gıda ve oksijen gibi bütün ihtiyaçların, şimdi arada sırada kalbini kırdığın annenin kanından karşılandığı için, benim ayrıca şişip sönerek hava almama gerek yoktu. Zaten böyle bir şey yapmaya kalkışsam, hemen boğulurdum. Çünkü anne karnında iken sen bir sıvı içinde yüzüyordun ve nefes almaya kalkıştığında hemen benim içime bu sıvı dolardı ve boğulurduk.

Doğumda benim alacağım ilk nefes çok önemlidir. Bu ilk nefes oldukça da zordur, çünkü nefes borun normalden çok daha dardır, buna karşılık kılcal damarlarınla oksijen alışverişinin yapıldığı alveollerimin sayısı, vücut kütleme göre çok fazla olduğundan, nefes borumun darlığı telâfi edilir. Ben ilk hareketimi yapıp, içime hava dolduğunda kalbten bana gelen atar ve toplardamarlara basınç yaparım ve benim atardamarımı doğrudan aorta bağlayan damar, devreden çıkarak kulakçıklar arasındaki perde kapanır ve annenin dolaşımı ile yolun ayrılır. Kalbindeki bu perde kapanmaz ve delik kalırsa benim oksijenlediğim kan ile kirli kan (oksijence fakir) birbirine karışır ve çocuklarda "mavi hastalık" adı verilen rahatsızlık ortaya çıkar. Kirli ve temiz kanlar birbirine karıştığı için dokulara yeterince oksijen gidemez, deri ve gözlerin beyaz kısmı mavimtrak bir renk alır.

Dokuların yeterli oksijen alamaması yüzünden morarması sigara içenlerde de görülür. Benim en büyük düşmanım olan sigaranın içindeki yüzlerce zehirli ve zararlı maddeden biri olan karbonmonoksit kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasına mani olur ve bu yüzden sigara içenlerin dudakları morumsu bir renk alır. Zaten yaşadığımız devirde iyice artmış olan hava kirliliği ile baş edemezken bir de üzerime sigara içmiyorlar mı, çileden çıkıyorum. Yahu, insan bu kadar cahil ve düşüncesiz olur! İnan ki anlayamıyorum. Rabbim beni, içine hava alsın ve bu havayı yüksek bir basınçla kana geçirsin, kandaki atık gaz olan karbondioksiti de vücudun için boğucu olacak seviyeye yükselmeden dışarı atmam için çok hususî bir şekilde yaratmış. İleride havanın bu kadar kirleneceğini bildiği için de, bana kendimi korumam için bazı sigorta mekanizmaları vermiş. Onun için çok uzun zaman hiç arıza çıkarmadan işimi yaparım. Fakat tabiattaki sentetik zehirler ve gazlar o kadar arttı ki, artık başedilecek gibi değil. Bir de bunun üzerine, içinde en az 4000 çeşit zehirli madde olduğu söylenen sigaranın dumanını benim içime doğru üflüyorlar (Resim 2). Kendileri bilirler, bir müddet sonra artık dayanamayıp da pes edersem, ne işler açarım Allah bilir. Eskiden daha çok verem oluyordum, şimdi ise artık modaya uyarak ben de kanser olmayı tercih ediyorum(!). Biraz kara mizah gibi oldu değil mi? Ne yapayım? Ben isteyerek kanser olur muyum? Bu kanser denilen illet nasıl her organı vuruyorsa, beni daha çok vurur, çünkü her an hava ile haşır neşirim. Bir an hava almayı kessem, hemen son nefesini verirsin. O zaman, aldığın havanın temiz olmasına dikkat edeceksin. Gerçi benim içime hava getiren nefes borusu ve bronş dediğiniz hava yollarımın içi, havadaki tozları yakalayıp dışarı doğru süpüren, silli bir epitel ile kaplanmış olup, sen uyurken bütün gece çalışan bu süpürgenin titrek tüycükleri (siller), gündüz soluduğun hava içindeki tozları yapıştırmış olan mukus salgısını, boğazına doğru birbirine devrederek itelerler ve sen de sabah kalktığında gırtlağındaki bu balgam kitlesini atarak kurtulursun. Sigara içenler ise dumanı benim içime doğru her çekişlerinde bu silli epitel hücrelerimden 800-1000 kadarını öldürüyorlar. Bir müddet sonra, hava ile gelen zehirli parçacıkları (karbon, kükürt, kurşun vb. gibi zerreleri) artık süpüremez hâle geliyorum, çünkü nefes borumun içindeki silli epitelin hücreleri öle öle artık dayanamaz olur ve yapısını değiştirir. Bundan sonra da gelen kirli havanın içindeki tozlar, soba borularının veya evinizin bacasının kurum bağlaması gibi hava yollarımı tıkarlar. Belki kronik obstrüktif akciğer hastalığı olurum, belki kanser? Orası Allah'ın bileceği iş! Eee, ben ne yapayım? Kendin ettin, kendin buldun. Şimdi bir de sakın kadere ve Allah'a söz söylemeye kalkışma!!!

Hasan! Biliyorum sen sigara içmiyorsun, ama ben yine de bazı arkadaşlarına anlatman için kısaca temas etmekte fayda gördüm. Sen üzerine alınma.

Biraz da sana yapılışımdaki sanat inceliklerinden bahsedeyim. Senin de bildiğin gibi, herhangi bir yapıdaki sanat ve estetik ile fonksiyonellik birlikte olursa bir değer ifade eder. Vücudunda birlikte çalıştığımız bütün arkadaşlarım gibi benim yapılışımdaki mükemmellik de, yapacağım çok önemli işe uygunluk arzeder. Senin anlıyacağın tesadüfen hücrelerin veya moleküllerin bir araya gelmesiyle, bırakın benim gibi bir organ meydana getirmeyi, benim yapımı teşkil eden çeşitli protein moleküllerinden birini bile şuursuz sebeplerle kendi kendine oluşturamazsınız. Senin her nefes alış verişinde benim içime giren havanın oksijeninin basıncının yüksek tutulması, difüzyonla benim zarlarımdan geçip yapışık durumdaki kılcal kan damarlarının da zarlarından geçmesi ve hemoglobin molekülüyle birleşmesi, bu arada kandaki yüksek basınçlı karbondioksidin de aynı zarlardan geçerek, benim içime nüfuz etmesi ve benim de bunu dışarı atmam, hiç de burada anlattığım gibi kolay olmuyor. Dakikada 13-14 solunum yapıyorsun ve her seferinde bu iş tekrarlanıyor. Çoğu zaman farkında olmadan yaptığın nefes alıp verme esnasında, benim genişleyip daralmam için önce çok esnek bir yapıda olmam gerekir. Bu esneklikle beraber en önemli birinci özelliğim, en küçük hacimde en geniş yüzeyi gösterebilmemdir. Senin daracık göğsüne incecik zarlar hâlinde yaklaşık 100 m2 kadar (veya senin vücudunu saran derinin yaklaşık 50 misli kadar) bir alanı sıkıştıran Rabbim, bu sayede gazların difüzyonuna imkân veren geniş bir yüzeyi hizmetine vermiştir. Bu ince zarlı solunum yüzeyinin gazların kolayca nüfuz edebilmesi için daima nemli olup kurumaması gerekir. Bu yüzden havanın içinde, belli bir miktar rutubet olması gerekir. Bu nemli solunum yüzeyleri, gazların difüzyonu için çok iyidir ama fizikî bir hâdise olan kılcallık ve yüzey gerilimi sebebiyle zarların birbirine yapışması ve solunumun sıkıntıya girmesi tehlikesine karşı, sürfektan maddeler bulunduran bir sıvı, benim içime salgılanır. Eğer bu sıvı olmasaydı ince zarlarım birbirine yapışır ve difüzyon mümkün olmazdı. Benim içime giren hava tıpkı bir otobandan daha tâlî yollara ayrılan trafik gibi, gittikçe daralan ve dallanan ve sonunda alveol denilen çıkmaz odacıklarda nihayetlenen bir ağ teşkil eder. Ağız ve burnundan giren hava, ana otoban olan trake'de (nefes borusunda) birleşir. Nefes borumun boyu 15 cm., çapı ise 2-3 cm. kadardır. Aslında burada söylemem gereken ve senin çoğu zaman yanlış yaptığın bir iş var, bunu söylemek benden daha çok burun adı verdiğiniz, senin yüzünün ortasındaki çıkıntılı organa düşer, zannederim ileride o da kendisindeki hikmetleri ve sanatları anlatacaktır, ama benimle de alâkalı olduğu için kısaca temas edeyim: Çoğunlukla nefes almayı bilmiyorsun, nefesi burundan alıp ağızdan vereceksin. Böylece burundan aldığın hava hem ısınacak, hem rutubetlenecek, hem de içindeki tozları temizlenecektir. Böyle yaparsan beni sıkıntıya sokmaz, soğuk algınlığı ve üst solunum yolu enfeksiyonlarına daha zor yakalanırsın. Ağızdan hava aldığın takdirde, soğuk ve kuru bir şekilde, içindeki toz ve mikroplar süzülmeden benim içime girer ve bronşitten zatürreeye kadar bir sürü hastalığa sebep olabilir. Annen-baban sen küçükken hep burnunu açık tutup, tıkanmaması için serum fizyolojik damlatırlardı; yine burnunda et olduğu için ağzı açık uyuyan çocukların, niçin kolay hasta olduklarını şimdi anlamış oldun. Yakın komşum ve ortağım burnun işine karışmış gibi oldum, ama o kendisini anlatıncaya kadar sabredemedim.

Buraya nereden gelmiştim? Ha.. Evet! Havanın bana gelirken geçtiği yollardan bahsediyordum. Tıpkı bir baca gibi çalışarak bana havayı ulaştıran nefes borum, etrafı 16-20 kadar kıkırdak halkalardan örülmüş uzun bir silindir tüp şeklindedir. Yemek borusuyla yan yana yerleştirildiklerinden bir sıkıntı olmaması için bu üst üste binen kıkırdak halkaların bir tarafı sert kıkırdak yerine, esnek bağ dokusu ile tamamlanmıştır. Böylece lokmaları yutarken, nefes borunun kıkırdakları yutmana engel olmaz. Bu kıkırdak halkaların üzerinde ve yanlarında kas lifleri vardır, nefes alış verişlerimde bu halkalar esneyerek boruyu genişletip daraltabilirler.

Bazen öksürterek seni ikaz ettiğim olmuştur. Belki sana rahatsızlık veriyorum ama, eğer kas demetlerimi kasarak, nefes borumun çapını normalinin altıda birine inecek kadar daraltmasam ve bu dar boru içinden hızlı bir nefes verme hareketi yapamasam, benim içime kaçan yabancı cisimleri, tozları veya küçük parçacıkları dışarı atman mümkün olmaz, dolayısıyla da kısa zamanda tıkanır, havasızlıktan ölürdün. Onun için, sizin öksürük ismini verdiğiniz, o hızlı patlama ile çıkardığım hava, aslında benim içimdeki zararlı bir tozdan kurtulmam demektir. Otoban gibi çok geniş bir yol olan nefes borumun ön ucuna, Rabbim bir de ses cihazı koymuş ki, başlı başına bir harika! Şimdi bir de onu anlatmaya girsem sayfalar yetmez. Hem bana doğru gelen hava, hem de benden çıkan kirli hava, bu ses kutusundan geçerken oradaki telleri titreştirerek ne melodiler çıkarır, ne ilâhiler söyler, ne konuşmalara hayat verir. Nefes borusundan gelen hava, iki bronşa ayrılarak göğsünün sağ ve solunda oturan biz ikiz kardeşlere gelir. Aslında tam ikiz sayılmayız, çünkü sağ tarafta oturanımız üç parçalı, sol tarafta oturanımız ise iki parçalı yapılmıştır (Resim 3). Bunun hikmetini mi soruyorsun? Sol tarafta kardeşimiz kalbe yer açmak ve daha kolay yerleşmesini temin etmek için böyle yaratılmışızdır diyebilirim. Ayrıca herhangi bir bölümde kanser başladığında, yayılmadan, sadece o kısmı operasyonla çıkararak hayatımı sürdürmem mümkün olabilir, ama belki daha ne gibi hikmetleri vardır, ancak Rabbim bilir. Bu ana bronşlar bizim içimize girdikten sonra otobandan ayrılan ince yollar gibi 8-10 ana dala, bunların her biri de çapları 1 cm.'nin altına kadar düşen daha ince dallara ayrılır. Bu dallanma sistemi baş aşağı duran bir ağaca benzer (Resim 4). Bu ince dalların ucunda ise üzüm salkımı şeklinde respiratorik bronşçuklar yer alır. Üzüm salkımını yapan taneciklere benzeyen küçük kürecikler yolların bittiği en son nokta olup, esas hayatî kısımlar buralarıdır. Alveol adını alan bu küçük kürecikler çok ince bir zardan yapılmış olup etrafı kılcal damar ağı ile sarılmıştır (Resim 5). İşte gaz alış verişinin yapıldığı asıl fonksiyonel kısımlarım buralarıdır. Alveolleri saran kılcal damar ağını yapan, kalbten bana kirli kan (oksijence fakir) getiren atardamarım (pulmonar arter) ve benden topladığı temiz kanı (oksijence zengin) kalbe götüren toplardamarımın (pulmonar vena) dallanmış kollarıdır.

Benim üzerimi saran, koruyucu iki ince zar tabaka vardır. Bunların birisi benim üzerime tam yapışmış, diğeri ise göğüs boşluğunu yapan kaburgalara yapışmış olup, iki zar arasındaki kese boşluğunda çok ince bir kaygan sıvı vardır. Benim her şişip sönme hareketim sırasında, göğüs boşluğu duvarlarına yaptığım sürtünme tesiriyle ortaya çıkabilecek aşınma, bu kaygan sıvı sayesinde engellenmiş olur. Eğer bu sıvı olmasaydı, çok kısa bir süre sonra aşınır ve delinirdim. Nefes alırken şiştiğim sırada göğüs boşluğunun da bana yer açacak şekilde genişlemesi gerekir. Genişleyecek yer bulamasaydım, nefes alamazdım ve sen de ölürdün. Çok şükür ki, Yaratıcımız beni korumak için kaburgalardan bir kafes yaparken, ayrıca bu kaburgaların omurlarla yaptığı eklemlere kısmen esneme, kaburgalara da biraz burularak gerilme özelliği vermiş. Böylece göğüs boşluğu kısmen genişleyerek bana yer açıyor. Ayrıca beni mide ve bağırsaklardan ayıran kaslı perde (diyafram) de kubbeliğini azaltıp, karın içindeki organları aşağıya bastırır, bu arada karın duvarı da dışarı doğru şişkinleşir ve benim inmem için yer açılır. Hem kaburgaların, hem de diyaframın hareketi sayesinde açılan yere doğru, içimi hava ile şişirerek genişlerim. Benim göğüs boşluğunda asılı durmam, bana bağlı olan nefes borusu ve kalble bağlantımı kuran, atar ve toplardamarlar ile mümkün olabilmektedir.

Sürekli olarak dış ortama açık olduğumdan pek çok hastalığa yakalanma tehlikem yüksektir. Hasta olduğumda göstereceğim ilk belirtiler arasında, başta öksürük gelir, kimi zaman kanla karışık balgam çıkarırım, ayrıca nefes almakta zorlanırım ve göğsünde bir ağrı da meydana getiririm. Bu işaretleri gördüğün anda hemen bana dikkat etmelisin. Bakteri ve virüsler benim içime yerleşirlerse hava keseciklerimin içinde çoğalarak sertleşmeye ve iltihaba sebep olurlar.

Bilhassa alerjik bozukluklara çok hassasımdır. Bronşlarımın duvarlarındaki düz kaslar yabancı bir madde ile temas edince (meselâ çiçek tozu) salgılanan histamin, kaslarımın kasılmasına sebep olur. Ayrıca kan damarlarının iltihaplanmasına sebep olan alerjik hastalıklar da, en fazla kan taşıyan organlardan biri olarak bana çok tesir eder. Bronş kaslarımın kasılması ve alerjik reaksiyonlara karşı salgıladığım mukusun (sümüksü madde) dışarı atılamaması neticesinde bende solunum güçlüğü ortaya çıkar ve siz de benim bu hâlime astım hastalığı diyorsunuz. Benim kendimi korumak için çıkardığım bu mukus, bronşlarımın içini doldurunca ben de nefes almakta zorlanıyorum, resim 6'da mukus maddesinin meydana gelişi ve bronşun duvarlarından süzülerek birikmesi görülmektedir.

Bunun dışında akut veya kronik bronşit ve amfizem gibi hastalıkları da benim çok karşılaştığım dertler olarak kabul edebilirsin. Sinirlenmen bile bana çok tesir eder. Hemen nefes almada zorlanmaya başlarsın.

Hasan! Kusura bakma yerim dar, benim gibi müthiş bir sanat eserini böyle dört-beş sayfada özetlemek tabiî ki mümkün değil. Gerisini senin anlayışına havale ediyorum. Aman gözünü seveyim, sigara içilen yerlerden, zehirli dumanlardan ve egzoz gazlarının yoğun olduğu bölgelerden uzak dur. Temiz havalı yerlerde derin derin nefes alarak bana taze oksijen gönder, her nefes alış ve verişimde çıkardığım "hu" sesiyle zikrettiğim Yaratıcımızı, daha şuurlu olarak düşün ve her an hareketimi durdurabileceğimi aklına getirerek bol bol kudreti sonsuz Rabbimize şükret!!.